20 Ekim 2011 Perşembe

başka bir şehirde fütursuzca yürümek

Başka bir şehirdeyim iki haftadır. Yabancıyım. Evde duruyorum yalnızlık, dışarı çıkıyorum yalnızlık. Aslında dışarısı çok kalabalık. Evde kalabalık yaratmaya çalışıyorum kendime; elimde bir kitap. Ama nafile; elli - altmış sayfa ancak okuyabiliyorum. Bir yerden haber bekliyorum. Aklım orada. Arıyorum orayı; daha henüz bir gelişme olmadığını söylüyorlar. Koca bir şehre hapsettiniz beni diyesim geliyor adama. Sıkılıyorum. Dışarı çıkıyorum. İki - Üç saat durmaksızın yürüyorum. İki otobüs güzergahı kadar yol tepiyorum. Ama ayaklarım bile benden bağımsız gibi. Her yer insan. Alışveriş merkezleri, ellerde poşetler. Akın akın kaldırımlardan akıyorlar. Karşıdan karşıya geçiyorlar. O kadar çok insan yüzü görüyorum ki bu yolculuğum esnasında. Yürürken Nietzche'nin bir sözü var hep aklımda; dünyanın dört bir yanını dolaşan, insan yüzünden iğrenç bir şey göremez. Böyle bir şeydi sanırım. Hepsinde bir taşkınlık. Bağıra bağıra konuşuyorlar. Birbirlerine gülüyorlar, birbirlerine kızıyorlar. Ama hep taşkınlar. Sürekli saldırıyorlar dört bir yana. O kadar kayıtsızım ki. Daha sonra kaldırımlarda, dükkan önlerinde kulakları küpelenmiş köpekler görüyorum. İçim burkuluyor. Yaşayacak yerleri kalmamış bu beton yığını arasında. Yetmezmiş gibi bir de kulakları küpelenmiş. İnsanlar 'zararsız' olduklarını bilsinler diye. İnsanlık ki başlı başına bir zararken bu ne aymazlık. Bakışları bile o kadar çaresiz ki. İçim acıyor bu köpekleri gördükçe. Onlara insanlar gibi kayıtsız kalamıyorum. Daha sonra önüme bir kalabalık çıkıyor. Ellerde bayraklar bağırışıyorlar. Bu sefer bağrışmayı grup halinde bir eyleme dönüştürmüşler. 'Mustafa Kemal'in askerleriyiz' diye bağırıyorlar. Onlara da kayıtsız ilerlerken bir çocuk görüyorum. Elinde bayrak. 'Bugün bayram, kutlu olsun bayram' diyor. Gülümsüyorum. Bayram değil aksine bir matem var halbuki. Çocuk ne bilsin matemi. Ben de 'bilmiyorum' diyesim geliyor ona. Eline hep bayramlarda bayrak almış bir çocuğa; 'sende mi Mustafa Kemal'in askerisin küçüğüm' diyesim geliyor. Midem bulanıyor bu soruyu düşündüğüm için. Kanlı bir gün ve matem. Çocuk haklı bence; bayramlar da kanlı günlerden doğmamış mıydı? Elinde salladığı bayrağın bile kırmızısı bundan değil mi? Sonra yine midem bulanıyor. Böyle şeyleri düşündüğüm için iğreniyorum kendimden. İlerliyorum. Beş parasızım. Bir zamanlar Anadolu'da filmine gitmek istiyorum gidemiyorum. Yürüyorum ben de Anadolu'da.

5 Ekim 2011 Çarşamba

martin lopez

Opeth'in Heritage albümünü dinlerken Martin Lopezi andığımdan bahsetmiştim geçenki yazımda.
Opeth'in eski albümlerini dinledim ve akabinde kendisini tekrar anınca internetten birkaç videosuna bakayım dedim. Hoş gerçi bu videolar hep yayınladıkları dvd'den parçalar öyle özel bir şey yok yani.

Deliverance outro (live)

Deliverance outro (orijinal)

Deliverance outro stüdyo;Bağlantı
Delivrance'den bir kesit;

By the pain i see in others'dan kesit;

Ghost of Perdition'dan kesit;

Closure (live)



Başlıkla alakasız olacak ama bir de son zamanlar pek beğenerek dinlediğim Ephrat grubunun davulla ilgili bir videosuna denk geldim. Yetenekli bir davulcu bu arkadaş da. Zaten kendisi asıl Blackfield grubunda çalıyor, bu albüm için Ephrat'da da çalmış.

Ephrat - Blocked bir kesit;

2 Ekim 2011 Pazar

human nature

Michel Gondry’nin yönetip, Charlie Kaufman’ın yazdığı bir film. Bu ikili daha sonra Eternal Sunshine of the Spotless Mind’da da çalışmıştı. Ben de bu ikilinin çalışması diye temin etmiştim filmi. Öğrendim ki bu film Kaufman’ın, Gondry’yi sinema dünyasına kazandırdığı yapımmış. İlk çalışması olduğu için olacak ki Gondry’nin ağırlığı hissedilmiyor, onun fantastik görselliğini göremiyoruz. Ayrıca belirteyim ki ikili aynı da olsa Eternal Sunshine ile hiçbir alakası yok. Bambaşka bir havada bu film. Çok acayip bir teması var. Adeta ‘insan belgeseli’ gibi enteresan bir yapım.

Gülmekten karnım ağrılar girdi bazı sahnelerde. Fakat güldürürken düşündüren cinsten bir film. Mesaj yükü çok çok fazla. Her karesi göndermelerle dolu. İnsan doğası ve İnsan medeniyeti üzerine bu göndermeler. Filmin ana teması bu zaten. Film diyorum ama belgesel gibi bir havası da var aslında.

Hakkında çok şey yazmak istiyordum fakat finalindeki şaşırtıcı olayın altında yatan sebebi öğrenince yazacağım her şeyi unuttum adeta. Final sahnesi kafamı kurcaladı çünkü. Tüm bu simgesel ayrıntıların parçaları yanında, filmi başından sonuna bağlayarak garip bir bütünlük sağlayan bir olgu da varmış. Bu çok şaşırtıcı.

---Spoiler---

Final sahnesi; o çok şeker Fransız aksanıyla konuşan asistan ile bizim ormanda yaşayan kahramanımızın arabada birlikte olmasıyla sonlanıyor. Bu finalin anlamı “oedipus kompleksi” denen bir psikolojik olguya dayanıyormuş. Kahramanımızı ormandan tutup laboratuar ortamına getiren doktor ve asistanı ayrıca onunla ilgilenip, eğitmenliğini yapıyor. Kahramanımız orada kendisine medeniyet enjekte edilirken* bu ikiliyi anne baba olarak belliyormuş meğer. (laboratuarda, onun gözü önünde sevişmeleri de bir etkenmiş sanırım bunda) Filmin sonunda ise bu oedipus kompleksi sebebiyle babasını öldürüp onun yerine geçiyormuş. Şaştım kaldım yani.

Tam da kahramanımız doğaya dönüp, insanlığın doğası bu işte diye bize kabul ettirirken, final sahnesiyle insan doğasının farklı bir boyutunu göstererek harikulade bir şaşırtmaca yapmışlar meğer. Bunu yapınca da film sürecinde düşündüğüm onca şey bir anda farklı anlamlar kazanmış oluyor ki bu yüzden tekrar izlemem gerektiğini düşünüyorum.

*Tam anlamıyla enjekte ediliyor ki bu durum filmin en komik sahnelerini oluşturuyor.

Not: Filmi izlemenizi tavsiye edip etmeme konusunda çekincelerim var. İnternette hakkında pek fazla bir şey olmasa da kötü olduğunu söyleyenler yok değil. Başkalarını bilmem ama film bana çok şey ifade etti diyebilirim.