27 Nisan 2010 Salı

sapari


Bir yemen halk müziğini tutup heavy metal enstrumanlarıyla çalmak hangi akla hizmet? böylesi bir işi ancak Orphaned Land yaparsa tadından yenmez. Tıpkı önceki albümlerinde de yaptıkları gibi.

Müziğin enstrümanları batıdan ama ruhu doğudan. Sentez felan da değil bu bambaşka bir şey. Sentez kelimesi artık itici geliyor zira. Çünkü bizde çokça denenen, neticesinde de hüsranla karşılaşılan bir hadisedir bu "sentez". Doğu-batı arasındaki köprü olan ülkemizde bir Orphaned Land çıkamıyor malesef. Çünkü biz hala işin sentezinde, matematiğindeyiz. Müzik böyle şeylerle yaratılmıyor işte. Şurasını batıdan, burasını doğudan, şurası azcık dile dolansın, burası azcık bilmem ne...

Ne doğuyu doğu gibi, ne batıyı batı gibi yaşayamadığımızdan, böyle bir müzik yapanımız olmuyor işte.

Çok seviyorum ben bu Orphaned Land'i. Küçükken konserilerine gitmiştik ki en eğlendiğim zamanlardandır o konser. Şimdi daha çok göresim var üstlerine atlayıp sarılasım var...

22 Nisan 2010 Perşembe

gerçek benim değilse hepimizin olsun bari

Gerçek bir bütündür. Bu yüzden o kendini tanıma olanağından yoksundur
Onu tanımak isteyen bizler ise parça parçayızdır ve onu tanımak için her parçamızla bir yalan olmak zorundayızdır. Onu var edebilmenin bir yolu. Her şeyin zıttı ile var olabilmesinden belki. Doğada yalan olamayacağına göre bu görevi biz üstlenmeliyiz.
Belki de bu açıdan bilinen tek yolu. Gerçek de bir varoluş sanığıdır yani. Onu metalaştırıp soyutlamak da bizim yalanlarımızdandır. Ve onun için yapılabilecek en büyük kötülüklerdendir. Çünkü o yakındır bize. Hem de asla erişemeyeceğimiz kadar. Biz onun her zaman farklı bir parçasını görürüz yalnızca. Ama bu görünüş bir yanılsamadır çünkü parça olan bizizdir ve kendimizdeki yansımasıyla değerlendirmeye çalışırız. ve parçaları bir türlü birleştiremeyiz. Çünkü bizim aciz varlığımız bunun için birçok yanlış yolları kanıtsamıştır. Bu yüzden öğrendiğimiz, tecrübe ettiğimiz her şey bizi daha çok yalancı yapar. Ve bizler gerçeğe ait zannettiğimiz bu parçalarla hiç ummadığımız yerlerde karşılaşırız. Sahte hayatımızda ufak tefek delikler açar bunlar. Ve baş edemeyenler hep pes ederler. Bile bile bir yalancı olurlar. Ve Yalan birikirler. Hayata akan tüm gerçeklikleri tıkanır bir yerde.
Bunu nasıl yapar?
Bir yerden sonra sosyal hayata karışacak insanın evresi tamamlanır. O aynı zamanda artık gerçeğin gardiyanı olmuştur. Ayrıca bunu nesillerine aktarmayı da bir görev bilir. Bu da göreve dahil olacak şekilde bir paradoks oluşur. Bunu sorgusuz sualsiz en kısa zamanda kabul ettirmelidir hem de. Hatta gerçeğin varlığından bile haberdar olmamalıdır ki yalancı olmasın. Çünkü en kötüsü hayatın yabancısı olmasın. Kavramların, kuramların çizgileri her nesil edinilen tecrübelerle daha da kalınlaştırılmıştır. Ve bu çizgiyle çizilen çerçevenin dışına çıkması daha zorlaştırılmıştır. Ona artık mutlu bir hayat vaat edebilir. Zira bir ebeveyn olarak gerçeğin tüm izleri silinmiştir onun geleceğinden.
Çünkü bir gelecek vardır ve bunun bilinmezliği en büyük azamettir. Gerçeği bulmak içinse çok kısadır insan ömrü. Hem gerçek hayatın en erişilemezidir. En kısa zamanda bir yol çizmelidir ve hiç tereddütsüz bu yolun sonuna kadar gidilmelidir. Erişebileceğiyle yetinmelidir insan. Sadece ilerisi garanti bir geleceğin olduğunu bilmek yeterlidir. Hayatta en çok aranan şeydir şaşmazlık.
Bu en büyük mutluluktur çünkü her insan bunu elde edemez. Bir yerlerde bir ibret vardır ve bu ibret hep göz önüne koyulur. Vicdana en kalın çivilerle çakılmış bir programlayıcıdır bunlar. Ve bizim gerçekle olan hesabımızı kapatmaya yeterler. Vicdanımız en ağır prangamız olur ve taşıyamadığımız her yük için en kısa yolu gösteren yalanlar vardır. Ve sosyalliğin gereği vicdanlarımız da kamuya mal olmuştur. Acınacak durumlar referandumla belirlenir ve hep beraber içimiz acır. Sevinçlerimiz de böyledir. Çünkü kimsenin kimseyi kandıramayacağı kadar insanlık değerleri keskinleştirilmiştir. Vicdanımız sosyal vicdan dışında bir şeye tepki gösterdiği an kendimizden kuşkulanır hale getirilmişizdir.
Ve artık bizim gerçeğimiz de herkesin gerçeği olmuştur. Ya da herkesin yalanı. Yalanla gerçek arasında bir kutbumuz kalmamıştır zira. Bunun için bir şeyleri kabul ediyor olmak gerekirdi. Ama yaşama sanatı kendi kabul etmediğini herkese kabul ettirebilmek değil midir? Bunun en erken kavrayanlar en çok yol kat edenlerdir. Bundan ötesinde hayata dokunabileceğimiz gerçek yoktur da. Çünkü hayat bir şekilde inşa edilmiştir ve bunun yapıtaşında bir gerçeğin olduğunu bilmek ve sırtını dayamak yeterlidir. Artık özgürüzdür. Kendimize karşı değilse bile bir diğerine göre, bir yerde birilerine göre, bir zamanlara göre.