12 Eylül 2019 Perşembe

Hayatına Anlam Katan Bir Hikayeye Sahip Bireyler, Hayata Karşı Daha Metanetli Olabiliyor



Hayatın tüm amacının mutluluğun peşinden koşmak olduğunu düşünürdüm. Herkes mutluluğa giden yolun başarı olduğunu söylüyordu, bu yüzden o kusursuz işi, mükemmel erkek arkadaşı ve güzel daireyi aradım. Fakat tatmin olmuşluk duygusu yerine kaygılı ve sürüklenmiş hissettim. Tek başıma değildim; arkadaşlarım da bununla mücadele ettiler. Sonunda insanları gerçekten neyin mutlu ettiğini öğrenmek için üniversiteye pozitif psikoloji okumaya gitmeye karar verdim. Orada keşfettiğim şey ise hayatımı değiştirdi. Veriler mutluluk peşinden koşmanın insanları mutsuz edebildiğini gösteriyor. Bende şok etkisi yaratan şey ise şuydu: İntihar vakaları tüm dünyada artıyor ve Amerika'da son zamanlarda 30 yılın en yüksek oranı ölçüldü. Hayat akla gelen her standarda göre nesnel olarak daha iyi olsa da daha çok insan umutsuz, yalnız ve mutsuz hissediyor. İnsanların içini kemiren bir boşluk var ve bunu hissetmek için klinik depresif olmanıza gerek yok. Eninde sonunda bence hepimizin merak ettiği: Her şey bundan ibaret mi? Araştırmaya göre bu çaresizliği öngören şey mutluluğun eksikliği değil. Bu başka bir şeyin eksikliği, hayattaki anlam eksikliği. Bu da bazı soruları beraberinde getirdi. Hayatta mutlu olmaktan fazlası var mı? Mutlu olmak ve hayatın anlamı olması arasındaki fark ne? Pek çok psikolog mutluluğu, o andaki iyi hissetme ve rahatlık hali olarak tanımlıyor. Ancak anlam daha derin. Ünlü psikolog Martin Seligman'e göre anlam, kendinin ötesinde ki bir şeye hizmet etmekten ve ait olmaktan ve içindeki en iyiyi geliştirmekten geliyor. Kültürümüz mutlulukla saplantılı ama anlam aramanın daha tatmin edici bir yol olduğunu gördüm. Araştırmalar gösteriyor ki hayatının anlamı olan insanlar daha metanetli, okulda ve işte daha iyiler ve hatta daha uzun yaşıyorlar. Bunların hepsi beni düşündürüyor: Hayatımızı nasıl daha anlamlı yaşayabiliriz? Cevabını bulmak için beş yılı yüzlerce insanla röportaj yaparak ve binlerce psikoloji, nöroloji ve felsefe kitabı okuyarak geçirdim. Hepsini bir araya getirerek anlamlı bir hayatın dört kolonu diye adlandırdığım şeyleri buldum. Biz de bu kolonların bir kısmını veya hepsini hayatımıza uyarlayarak hayatımıza anlam katabiliriz. İlk kolon ait olma. Aitlik, size siz olduğunuz için değer veren ve sizin de değer verdiğiniz insanlarla ilişki içinde olmanızdan gelir. Yine de bazı grup ve ilişkilerde ucuz bir aitlik söz konusudur: İnandığınız şeye göre değer görürsünüz, nefret ettiğiniz kişiye göre, olduğunuz kişiye değil. Gerçek aitlik sevgiden doğar. Bireylerin arasındaki her anda hayat bulur ve bir seçimdir, aitlik duygusunu paylaşacağınız kişiyi seçebilirsiniz. İşte size bir örnek. Her sabah arkadaşım Jonathan New York'taki aynı sokak satıcısından bir gazete alıyor. Yalnızca bir alışveriş gerçekleşmiyor ama. Konuşmak için bir dakika ayırıyorlar ve birbirlerine insan gibi davranıyorlar. Bir keresinde Jonathan'da bozuk para yoktu, ve satıcı dedi ki "Dert etmene gerek yok." fakat Jonathan ödemek için ısrar etti, bu yüzden dükkana gitti ve bozukluğu tamamlamak için ihtiyacı olmayan bir şey aldı. Satıcıya parayı verdiğinde satıcı geri çekildi. İncinmişti. İçten bir şey yapmaya çalışıyordu ama Jonathan onu reddetti. Bence hepimiz insanları farkında olmadan küçük yollarla incitiyoruz. Ben de öyle. Tanıdığım birinin yanından geçiyorum ve tanımıyor gibi yapıyorum. Biri benimle konuşurken telefonuma bakıyorum. Bunlar başkalarına değer vermemektir. Onları görünmez ve değersiz hissettir. Ancak sevgiyle yaklaştığınızda, ikinize de iyi gelen bir bağ kurulur. Pek çok insan için aitlik anlamın en önemli kaynağıdır, aile ve arkadaşlarla olan bağlarımız. Kimileri içinse ikinci kolon, yani amaç önemlidir. Amacınızı bulmakla sizi mutlu eden işi bulmak aynı şey değildir. Amaç ne istediğinizle değil, ne verdiğinizle ilgilidir. Bir hastane çalışanı bana amacının hastaları iyileştirmek olduğunu söyledi. Pek çok aile şöyle der: ''Amacım çocuklarımı yetiştirmek.'' Amaçta önemli husus güçlü yanlarınızı başkalarına yardım etmede kullanmanız. Elbette pek çoğumuz için bunun yolu işten geçer. Bu sayede katkı koyar ve ihtiyaç duyulduğumuzu hissederiz. Ancak bu da şu anlama gelir, iş yerinde soyutlanma, işsizlik, iş gücüne az katılım gösterme gibi sorunlar yalnızca ekonomik değil, aslında varlığımızla da ilgilidir. Yapacak önemli bir şey olmadan insanlar bocalar. Tabii iş hayatında amaç bulmak zorunda değilsiniz ama bu size yaşayacak bir sebep, sizi ileriye taşıyacak bir neden sunar. Anlamın üçüncü kolonu da kendinizi aşmakla ilgili ama tamamen farklı bir şekilde: aşkınlık. Aşkınlık durumları kendinizi günlük hayat karmaşasından çok üstte hissettiğiniz o nadir anlardır, benliğiniz solmaya başlar ve çok daha yüksek bir gerçeklikle bağ kurarsınız. Konuştuğum birine göre, aşkınlık sanat görmekten doğdu. Bir diğeri için kilisede bulunmak. Benim içinse, yazı yazarak, çünkü ben yazarım. Bazen öylesine kapılıyorum ki zaman ve mekan hissimi kaybediyorum. Bu aşkınlık tecrübeleri sizi değiştirebilir. Bir çalışma gereği öğrenciler bir dakika boyunca 6 metre boyundakiokaliptus ağaçlarına baktı. Sonrasında daha az bireysel hissetiler ve birine yardım etme fırsatı doğduğunda daha cömert davrandılar. Aitlik, amaç, aşkınlık. Belirlediğim dördüncü kolon insanları şaşırtıyor genelde. Dördüncü kolon hikâyenizi anlatmak, kendinize kendinizle ilgili anlattığınız hikâye. Hayatınızda yaşananlardan bir anlatım çıkarmak belirginlik kazandırır. Nasıl kendiniz olduğunuzu anlamanıza yardım eder. Kendi hikâyelerimizin yazarı olduğumuzu ve bunu anlatış şeklimizi değiştirebileceğimizi unutuyoruz. Hayatınız bir dizi olaydan ibaret değil. Hikâyenizi düzenleyebilir, yorumlayarak yeniden anlatabilirsiniz, gerçeklere bağlı olsanız bile. Emeka adında genç bir adamla tanıştım, futbol oynarken felç kalmıştı. Kaza sonrası kendine şöyle diyordu: ''Futbol oynarken hayatım harikaydı ama şimdi bir bakın bana.'' Bu tür hikâyeler anlatan insanlar... ''Hayatım güzeldi, artık değil.'' daha gergin ve mutsuz olma eğilimindeler. Emeka da bir süre böyleydi fakat zamanla yeni bir hikâye örmeye başladı. Yeni hikâyesi şöyleydi: ''Kazadan önce hayatım amaçsızdı. Sürekli parti yapan bencil bir adamdım fakat bu kaza daha iyi bir insan olabileceğimi gösterdi.'' Hikâyesindeki bu değişiklik Emeka'nın hayatını değiştirdi.Kendisine bu hikâyeyi anlattıktan sonra çocuklara rehberlik yapmaya başladı ve amacının ne olduğunu keşfetti: başkalarına yardım etmek. Psikolog Dan McAdams bunu ''Telafi hikâyesi'' olarak adlandırıyor; iyi bir şeyin kötü bir şeyin yerini alması. Ona göre, hayatlarında amaç olan insanlar telafi, olgunluk ve sevgi ışığında hikâyelerini anlatıyorlar. Peki insanlara hikâyelerini değiştirten şey ne? Kimisi bir terapistten yardım alır bunu kendi başınıza da yapabilirsiniz, sadece hayatınızı gözden geçirerek, tecrübeleriniz sizi nasıl şekillendirdi, ne kazandınız ve kaybettiniz, Emeke işte bunu yaptı. Hikâyeniz bir günde değişmeyecek: Yıllar sürebilir ve çok zor olabilir. Sonuçta hepimiz acı çektik ve hepimiz mücadele ediyoruz. Fakat acı veren o anıları sahiplenmek bize anlayış ve bilgelik kazandırabilir, böylelikle bizi ayakta tutan iyiyi bulabiliriz. Aitlik, amaç, aşkınlık ve hikâyenizi anlatmak: İşte anlamın dört kolonu. Ben henüz gençken, bu kolonların hepsi ile çevrili olma şansına sahiptim. Ailem Montreal'deki evimizden bir Sufi kilisesi işletiyordu. Sufizm semazenler ve şair Rumi ile ilişkilendirilen dini bir felsefe. Haftada iki kez sufiler evimize gelir, meditasyon yapar, fars çayı içer ve hikâyelerini paylaşırlardı. Felsefeleri ayrıca yaşayan her şeye sevgiyle yardım etmeyi kapsıyordu, bu da insanlar size yanlış yaptığında bile nazik olmak anlamına gelir. Bu onlara bir amaç veriyordu: egolarını kontrol etmek. Sonunda üniversite için evden ayrıldım ve hayatımda Sufizm olmadan kendimi boşlukta hissettim. Hayatı yaşamaya değer kılan o şeyleri aramaya koyuldum. Beni bu yolculuğa çıkaran şey bu. Şimdi geriye bakınca, Sufi kilisenin gerçek bir anlam kültürüne sahip olduğunu görüyorum. Kolonlar mimarinin bir parçasıydı ve onların varlığı daha derin yaşamamızı sağlıyordu. Elbette aynı prensip diğer güçlü topluluklar için de geçerli... iyi olanlar ve kötü olanlar. Çeteler, dini örgütler: Bunlar kolonları kullanan anlam kültürleri ve insanlara yaşamak ve ölmek için sebep veriyorlar. Bu yüzden de toplum olarak daha iyi alternatifler sunmamız gerek. Bu kolonları aile ve kurumlarımız içinde oluşturmalıyız, insanlara en iyi benlikleri olmalarında yardım etmeliyiz. Anlamlı bir hayat yaşamak uğraş gerektirir. Bu devam eden bir süreç. Her geçen gün sürekli hayatımızı oluşturuyoruz, hikâyemize katkı yapıyoruz. Bazen amacımızdan savrulabiliriz. Bu benim başıma geldiğinde, Babamla geçirdiğim güçlü bir deneyimi hatırlıyorum. Üniversiteden mezun olduktan birkaç ay sonra, babam onu öldürebilecek ciddi bir kalp krizi geçirdi. Ölmedi ve ona ölümle yüzleştiğinde ne düşündüğünü sordum, tek düşündüğü şeyin yaşamaya ihtiyaç duyduğu bizi bırakmak istemediğini söyledi. Bu ona hayatı için yaşama iradesi vermişti. Acil ameliyat için uyutulurken,10'dan geriye saymak yerine, bizim isimlerimizi tekrar etti. Eğer ölecek olursa, söylediği son şeylerin isimlerimiz olmasını istedi. Babam mobilyacı ve bir Sufi. Mütevazı bir hayat ama güzel bir hayat. Orada ölümle yüzleşirken yaşamak için bir sebebi vardı: Sevgi. Ailesine duyduğu aitlik, baba olarak amacı, aşkınlık meditasyonu, isimlerimizi tekrar etmesi... bunlar onun hayatta kalmasının sebepleri. Kendisine anlattığı hikâye bu. Anlamın gücü bu. Mutluluk gelip geçicidir. Hayat gerçekten güzel ama bir şeyler kötü giderken amacın olması size tutunacak bir şey veriyor.