26 Ocak 2013 Cumartesi

sinema minyatürleri

önceleri birkaç star wars minyatürü dolaşıyordu internette. daha sonra öğrendim ki devamını da getirmişler.

Star Wars







Otomatik Portakal




Pulp Fiction






İnception








devamı için; http://www.behance...

17 Ocak 2013 Perşembe

yansımak

Bir tarafımız hep karanlıktı, hacimsel olarak varlığımızın doğası gereği
Gözümüzün aydınlığa yatkın olmayışı, renkleri sevmediğimizdendi belki
Sentetikti çünkü boyalar ve tiner bazlıydılar; uçucu değildi rengimizi belli edişimiz
Koyuydu belki, belki de derin; hem tüm renkler elbet siyaha solardı
Çünkü boyanan bir daha aklanamazdı, bu anlamda kirlenmekti belki renklenmek
Peşinen koyu olmak, kir tutmamak, renk tutmamaktı
ve ışığı soğurmaktı, bir tür fotosentezdi bize hayat enerjisi sağlayan
Buydu hayata karşı duruşumuz; kendimize yeterlilik
Işığı rengimizi belli etmek için yansıtmayacak kadar paylaşamazdık aslında
Gölge edenleri sevmez, gölge oyunlarını severdik çünkü biz; bir tarafımız aydınlıktı
Ama biz karanlık tarafımızla oynamayı severdik, bizim de yansımamız buydu işte
Sabahları ve gün batımını severdik mesela, gölgelerimizin uzayış zamanlarını
Gün ki bir aydınlık değildi, bir gölge yaratıcısıydı hep bizim için.

6 Ocak 2013 Pazar

prozac nation


Kitaptan uyarlama olduğundan ve kitabını okumadığım için film hakkındaki değerlendirme kof kalacaktır muhtemel. Film için belli bir süre kısıtlaması var ve bu doğrultuda kurgudaki ara metinler çıkartılıp, kurgunun öne çıkan taraflarından yeni bir kurgu oluşturuluyor malum. Fakat kitap ile sinema arasında da açık bir fark var ki; kitapta imajları tamamen bizler zihinlerimizde yaratırken, filmde bize hazır imajlar sunuluyor. Bu doğrultuda, kitaptan uyarlanmış bir filmde ara metinleri doldurmak adına görsel imajlar kullanılabiliyor. Eğer başarılı bir uyarlama ise, yönetmenin konuyu kavrayış, değerlendiriş ve bu doğrultuda bakış açısını yansıtırken ki yetkinliği ölçütünde kitaptan dahi fazla unsurlar olabiliyor, bir tür yeniden yaratım söz konusu olabiliyor kısmen de olsa.

Neyse, bu değerlendirmeyi bu film için yapamam; zira kitabını okuyup da mukayese edemedim. Ama başka bir kitap – film uyarlamasında daha detaylı bahsedebilirim bu konuyu, şimdi okumadığım için aymazlık olur. Yazıyı da uzatacağım sanırım. Prozac Nation benim için geç kalınmış bir seyir oldu. Bir hayli zaman ertelemiştim. Kitabı okuyacağımı sanmıyordum zaten.

Prozac Nation günümüzde artık bir tür sosyolojik kavram oldu, günümüz toplumunu anlatan bir tür tanımlamayı içeriyor. Aspirin ile başlayan “acılarımızı dindirme” daha sonradan envai çeşit ağrı kesiciler, antibiyotikler ile devam ede dursun, bedensel açıdan cinsel işlevi bile yerine getiren viagralar varken, son tahlilde ruhsal taşkınlıklarımız için bizi yatıştıracak prozaclar ile proje tamamlandı. Artık bedenen ve ruhen bizleri “normal” bir birey yapacak her şey endüstri tarafından sağlanır hale geldi. Bizlere bir bardak su eşliğinde “hapı yutmak” gibi basit bir görev düşüyor sadece.

Bu minvalde, bizi yaratan toplum ile bizim entegre olmaya çalıştığımız toplum arasındaki ayrımlar bir ölçüde birbiriyle eşleşmeli. Toplum bizi düşünürken ve bize hizmet sunarken, bizden de bir ölçüde ona uyum sağlamamızı talep eder. Bu kolektif bağdan kopup, bir süre kendi dünyasına yönelen insanlar da toplumsal normda hasta kabul edilir. Psikiyatrik tedavi ve prozaclar ile tekrar kendi dünyasından çıkartılıp topluma entegre edilir.

Film de aslında depresyondaki bir ergen kızı anlatmasından ziyade, göndermeleriyle prozac toplumunu yansıtıyor kanımca. Alkol ve uyuşturucu kullanıp da ahlaka mugayir davranışlar sergileyen kişi hasta addedilirken; taşkınlıklarını törpülemek ve ahlaki davranışa doğru ehilleştirmek için kişiye prozac tipi uyuşturucuların verilmesi bir tür tedavi addedilebiliyor. Özünde ikisi de uyuşturucu, sadece insan üzerindeki etkileri farklı. Birisi kendisinin topluma karşı tepkisini açığa çıkarırken, diğeri toplumun kendisine karşı tepkisini açığa çıkarıyor. Uslu durup kimseyi huzursuz etmememiz için.

Bu tabi bir birey hikayesi ve belki de biraz abartarak tümevarım ile ulaştığım sonuçtan bahsediyorum. Birey hikayesi açısından da her izleyenin kendinden bir şeyler bulabileceği yapıda. Bir bireyin gelişim süreçleri arasında toplumsal normalden tökezleyip bir an için yere kapaklanmasının, tekrar toparlanıp da topluma yetişmesini olanaksız kıldığı bir acımazsızlık mizanseni var ortada. Anne ile babanın boşanması yahut ölmesi, cinsel istismar vs. gibi sağlıklı ilerleyişi sekteye uğratan olayların ilerideki yansımaları çok ağır oluyor.

Fakat filmde kızın hayata bu talihsiz başlangıcından çok -yani anne babasının ayrılması sonucu bir eksiklik ile yola başlamasından çok- annesinin bu durum karşısında geliştirdiği tutum onda daha büyük bir gedik açıyor söz gelimi. Bu açıdan da olayların birey üzerindeki etkilerinden çok, çevresinin olaylar üzerinden bireye karşı tutumlarının daha ciddi sorunlar teşkil ettiği gerçeği doğuyor. Kız kendini sağlıklı bir birey olarak topluma kabul ettirmekten ziyade kendi içsel yolculuğunda kaybolurken, annesinin sürekli onu buradan çekip topluma entegre etme yönündeki zorlayıcı tavrı kızın hep bir şeyleri yarım bırakmasına sebep oluyor. Bu kopmalar bir yerde birikirken sonunda kıza psikiyatrik tedavi uygulanıyor ve prozaclarla yatıştırılıyor. Fakat  bunun ne kadar etik olduğu da muamma. Çünkü bir yerde topluma entegrasyon kişinin kendi özgün varoluşuna aman vermiyor denebilir.

Filmlerde olsun, romanlarda olsun bize hep “doğru” olan karakterler ile yanlış olan karakterler empoze edilirken, bu karakterleri oturup değerlendirerek kolektif bir biliç oluştup ortak bir mutabakat sonucu doğru – yanlışlarımız şekillenir ve tüm bunların içinde kendi biricik varoluşumuzun nerede olduğu sorusunu soramayız bile. Doğru tarafında olmak mecburiyetindeyizdir; eğer ki sorular ile kafasını meşgul ederken bir an için kendine çeki düzen veremeyip yanlışlar safına kayan kişi olursa o anında klinik vaka oluverir. Bu açıdan, insanın kendi kişisel sorunları mı bir tür psikolojik sağlıksızlıktır, yoksa kişinin kendi kişisel sorunlarını üzerine dahi gidemeden hemen topluma entegre olması için onları baskılamasını emreden düzen mi bir tür psikolojik sağlıksızlık doğuruyor bunu yıllardır sorarım. Filmde bu açıdan karakteri kendime yakın bulduğum bir durum var. Ben de bu antidepresanlardan denedim bir süre ve uzun vadede faydasını gördüğümü de pek söyleyemem. Beni düşüncelerden sıyırıp kafamı hafifletmesi kısa vadede bir işe yarayabilirdi. Filmde de zaten belli bir süre ertelemek üzerinde durulmuş. Fakat bu ertelemenin sonucunda tekrar kişinin kendine dönüşü mümkün mü bilemiyorum. Film bu açıdan iyimser bir finale sahip ama en azından ben kendi açımdan öyle düşünmüyorum hala. Neden böyle düşünmediğimi açıklayamam şayet açıklayabilecek olsam bu bir kitap filan olabilirdi yani. Özet olarak şöyle izah edebilirim belki; hepimizin içinde sorular soran, insanı yoran ve rahatsızlık veren bir şey var. Bu benim büyük bir parçammış gibi geliyor ve bunu uyutmak da bir yerde büyük bir parçamı öldürmek gibi. Uyutmak yerine en azından dışarıya karşı "normal"i oynayan bir oyuncu olarak yetiştirmek zor ama daha makbul bir yol olabilir. Ha ben bunu henüz becerebildiğimi iddia etmiyorum, belki asla beceremem de. Fakat şöyle bir gerçek var ki; uyuyarak yaşayacak olduktan sonra doğmuş olmanın manası yok. Hem toplumun sağlığı ve varlığı kadar her bir bireyin de varlığı önemli olmalı.

pazar günü huzuru için bir albüm