20 Mayıs 2010 Perşembe

pink floyd ve biz

kanun koyucu

Kanun koyucuya seslenmek istiyorum:
Yeter be kardeşim koyma artık!

before sunset



— O zaman hayran olduğum adamlardan çoğunun hayatlarını kendilerinden yüce bir şeye adadıklarını düşündüğümü hatırlıyorum.
+ Yani hayran olduğun adamlar evli diye mi evlendin?
— Hayır. Daha çok, bu en iyi ben fikri. Dürüstlüğümün önüne geçse de bunu kovalamak istedim. Anlatabiliyor muyum? O zaman kim olduğunun pek önemi olmadığını düşündüğümü hatırlıyorum. Kimse senin her şeyin olmayacak yani bu sadece bir kendini bağlama eylemi sorumluluklarını karşılama. Yani saygı, güven ve hayranlık değilse, aşk nedir? Ve bunları hissettim. Bugüne gelirsek, zamanında çıktığım biriyle bir kreş işletiyormuşum gibi geliyor. Yani keşişten farkım yok. Son 4 yılda 10'dan az seviştim. Biri bana dokunacak olsa moleküllere ayrışacağım gibi hissediyorum.
+ Bunu duyduğuma üzüldüm.
— Neyi?
+ Evliliğinden o kadar memnun olmadığını. Bir psikiyatrist arkadaşım var.
— Onunki nasıl gidiyor?
+ Felaket, ama aynı nedenden dolayı ayrılan çiftlerle uğraştığını söylemişti.
— Hangi neden?
+ Hepsi de birkaç yıl birlikte yaşadıktan sonra tutkularının, arzularının aynı kalmasını istiyorlar.
— Evet, doğru.
+ Bu mümkün değil. Ve Tanrı'ya şükür bu sabit heyecan durumunda, sonunda anevrizma yaşardık. Kendi hayatlarımızla ilgili hiçbir şey yapmazdık. Her beş dakikada bir sevişseydiniz kitabını bitirebilir miydin?
— Severek üstesinden gelirdim.
+ Yani çocuğun olduktan sonra karının bütün sevgisini bebeğe vermesi normal.
— Tabii.
+ Seksle kafayı bozsaydı canına okusaydı bu mantıklı olmazdı, değil mi?
— Söylediğin her şey mantıklı. Bu seksle ilgili değil.
+ Hayır, biliyorum. Çok açık. Son zamanlarda çiftlerin kafası çok karışık. Sanırım bu erkeklerin daha vazgeçilmez olmak istemesinden ve artık olmamasından kaynaklanıyor. Geçindiren oldukları kafalarına o kadar yıldır kazınmış ki. Mesela ben iş yaşamımda, güçlü, bağımsız bir kadınım. Beni besleyecek bir adama ihtiyacım yok, ama yine de beni sevecek ve benim sevebileceğim birine ihtiyacım var…

+ Benim için olayları eskisi kadar romantikleştirmemek daha iyi. Sürekli çok acı çekiyordum. Hala birçok hayalim var, ama aşk hayatımla ilgili değil. Bu beni üzmüyor, böyle oluyor.
— Bu yüzden mi hiç ortalıkta olmayan biriyle ilişkidesin?
+ Evet, belli ki bir ilişkinin günlük hayatıyla başa çıkamıyorum. Evet, birlikte heyecan verici anlar yaşıyoruz sonra gidiyor, onu özlüyorum ama en azından içten içe ölmüyorum. Birileri sürekli çevremdeyken, boğuluyorum.
— Dur, az önce sevmeye ve sevilmeye ihtiyacım var dedin ama.
+ Evet, ama öyle olduğunda hemen midemi bulandırıyor. Felaket. Kendi başımayken gerçekten çok mutluyum. Yalnız olmak bile, bir sevgilinin yanında yalnız hissetmekten iyidir. Romantik olmak benim için o kadar kolay değil. Öyle başlıyorsun, ama birkaç kez bozguna uğratıldıktan sonra aldatıcı fikirlerini unutuyorsun ve hayatına giren şeyi kabulleniyorsun. Bu doğru değil, ben bozguna uğratılmadım sadece çok can sıkıcı ilişkim oldu. Kötü değillerdi, beni seviyorlardı ama gerçek bir bağ veya heyecan yoktu. En azından benim tarafımda.
— Üzgünüm, o kadar kötü mü cidden? Değil, değil mi?
+ O kadarla da kalmıyor. Ben lanet kitabını okuyana kadar bir şeyim yoktu. Kitap arı kovanına çomak soktu. Bana ne kadar içten bir romantik olduğumu ne kadar umutlu olduğumu ve artık aşkla ilişkili hiçbir şeye inanmadığımı hatırlattı. Artık insanlar için bir şeyler hissetmiyorum. Bir bakıma, bütün romantizmimi bir geceye sığdırdım ve bir daha böyle hissetmeyi başaramadım. Sanki bir şekilde bu gece benden bir şeyler götürdü duygularımı sana ifade ettim, sen de aldın götürdün. Bu beni soğuttu, sanki aşk bana göre değilmiş gibi.
— Buna inanmıyorum.
+ Biliyor musun? Gerçeklik ve aşk neredeyse çelişiyor. Tuhaf, bütün eski sevgililerim şimdi evli. Benimle çıkıyorlar, ayrılıyoruz, sonra evleniyorlar. Sonra da aşkın ne olduğunu ve kadınları sevip saygı duymayı öğrettiğim için telefon açıp teşekkür ediyorlar.
— Galiba ben de onlardan biriyim.
+ Onları öldürmek istiyorum! Bana niye teklif etmediler ki? Hayır derdim, ama teklif etmeliydiler! Benim suçum olduğunu biliyorum, çünkü hiç doğru adam olduğunu hissetmedim. Hiç. Ama doğru adam ne demek, hayatının aşkı mı? Kavram absürt. Sadece başka biriyle eksiksiz olabilmemiz fikri. Çok kötü, tamam mı? Sanırım kalbim çok kırıldı, sonra toparladım. Şimdi de, daha başlangıçta hiç çaba sarfetmiyorum. Yürümeyeceğini biliyorum.
— Bunu yapamazsın. Bunun pahasına acıdan kaçmaya çalışarak yaşayamazsın.
+ Bunlar laf.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

before sunrise



+ Yani, hep kadınlığın güçlü ve bağımsız bir sembolü olup hayatım bir adam çevresinde dönmüyormuş gibi yapma baskısını hissediyorum. Ama birini sevmek ve sevilmek benim için çok anlamlı. Hep dalgasını filan geçerim ama hayatta yaptığımız her şeyi biraz daha sevilmek için yapmaz mıyız?

- Bilmiyorum. Bazen iyi bir baba ve iyi bir koca olduğumu düşlerim. Hem bazen gerçekten yakın geliyor. Ama diğer zamanlarda aptalca geliyor, sanki bütün hayatımı mahvedecekmiş gibi. Ve bu bağlılık korkusu sevmeyi beceremiyor olduğum için değil, çünkü sevebilirim. Sadece, kendime karşı tamamen dürüstsem, sanırım bir şeyde gerçekten iyi olduğumu bilerek ölmeyi tercih ederim. Sadece güzel bir ilişkide olmaktansa bir şeyde üstün olmak.

+ Bir kere yaşlı bir adamın yanında çalışmıştım ve bana bütün hayatını işini düşünerek geçirdiğini söylemişti. 52 yaşındaydı ve aniden hiç kendinden bir şeyler vermediğini fark etti. Hayatı hiç kimse ve hiçbir şeye adanmış değildi. Bunu söylerken neredeyse ağlıyordu.
İnanıyorum ki eğer Tanrı diye bir şey varsa bizim içimizde değil, ne senin ne de benim, ama sadece şu aradaki küçük boşlukta olurdu. Bu dünyada büyü diye bir şey varsa birilerinin bir şey paylaşmasını anlamaya çalışmakta olmalı. Biliyorum, başarmak neredeyse imkânsız ama kimin umurunda gerçekten? Cevap arayışta olmalı.

13 Mayıs 2010 Perşembe

olağanlaşıp olgunlaşamamak

Geçmişte şaşırdığım birçok şeyin artık olağan olmasının nedeni onları tamamen hazmetmiş olmamdan ve üstüne daha birçok şey yiyip yutmuş olmamdan (nihai olanı söyletmeyin işte) Bunu biliyorum, fakat bazen, bir dönem için o şeye şaşırmış olmamın şu an ki ifadesizliğine yakınmadan da edemiyorum. Bunu tutup o zamandan bu zamana ne değişmiş ki diye bir sürece oturttuğum zaman bir yere varamayacağımı biliyorum. Çünkü şu an bir şey ifade etmeyince muhasebesi de anlamsızlaşıyor. Ama bunun içinde benim yanlış bir yerde saptığım kuşkusu da yok değil.
Her şeyi düşünerek geliştiremez insan. Bazı şeylerden, aksine, üstüne düşünüldükçe uzaklaşılır ki benim hayatımda bunlardan pek çok var.

Ayrıca hayatıma sıçayım!
(Nihai olan buraya yakıştı işte…)

şiir ikindileri

Pasif bir insan olaraktan bir etkinliğe katıldım ve ne zamandır merak ettiğim Salihli’deki şiir ikindilerine gitmiş bulundum. Gitmiş bulundum diyorum çünkü açıkçası orada cereyan eden hadiseyi tam olarak idrak edemedim. Yani oradaki varlığımı biraz dışsallaştırmam doğaldır. İdrak edemediğim organizasyon değil tabi ki, “şiir” aslında. Merakım da bu doğrultuda şiire değil de organizasyona yönelik.
Memleket bellediğimiz Salihli’de, Türkiye’nin köşe bucak her tarafından silinen bir ruh yaşatılmaya çalışıyor(muş). Geçmişte nice baba şairleri ağırlamış bu küçük yer bu vesileyle. Ama geriye sadece gelenekselleşmiş olmasına duyulan hürmet ile yapılan bir organizasyon kalmış gibi görünüyor. Bunun sebebi de insanlar sanırım. Şiir ruhunun öldüğü bir memlekette ötesinde ne beklenebilir ki. Hatta rahatlıkla dünyada bile öldüğü söylenebilecekken. Haliyle şiir ikindileri en kötü haliyle bile en büyük saygıyı hak eder, etmelidir de.
Küçük yerlerde, küçük insanlar çok büyük işlere kalkışıyorlar. Kendi küçük dünyalarından, kocaman bir dünyaya mızrak atıyorlar. Dünyanın dilinden aldıkları kelimelerle çok büyük cümleler örüyorlar. Fakat hayatı yaşayan insanlar onlar. Şükür ki hayatı yaşanabilir kılan şeyler hala küçük şeyler. Ve yaşam bu küçük şeyleri küçük yerlere daha çok serpiştirmiş gibidir. Bir takım büyüklüklerin kurduğu, büyük sistemin bir parçası olmuş yerlerde, böylesi şeyler ne yaşayabilir, ne de yaşayanının varlığından haberdar olunabilir.
Bunu hissetmek bile güzeldi orada. O cesur insanların çıkıp meydan okurcasına büyük laflar söylemeleri hala bazı insanların büyük dünyaya boyun eğmediğini hissettiriyor. Bu da bir yerde etkinliğe katılan biz küçük insanlara cesaret veriyor. Bizler küçük dünyalarımızı terk edip, büyük dünyalarda küçük olmayı yeğlemektense, küçük dünyalarımızla birlikte büyümeye çalışmalıyız. Mesele bu aslında…

1 Mayıs 2010 Cumartesi

into the wild

“ Ücra ormanlarda bir haz vardır; Issız kıyılarda mest olurum. Kimsenin rahatsız etmediği bir çevre vardır, derin denizlerde ve uğultusunda bir şarkı vardır:
İnsanı daha az sevmem ama doğayı ondan çok severim “Lord Byron” ”

Gerçek doğada mı yoksa insanda mı? İnsanı mı sevmeli doğayı mı? Neden böyle bir tercih yapmak zorunda kalınır ki? İnsan doğasına aykırı bir varlık çünkü.
Onun doğaya giderek insandan kaçışı aslında insanlığa bir sitem değil, doğaya olan bağ olmalı. Çünkü gerçek doğada olabilir, doğadan kaçan insanda değil…

"Bana aşk, para, inanç, şöhret, adalet yerine gerçeği verin." Thoreau

İşte o gerçek doğadadır der ve düşer yollara. Ücra ormanlarda, ıssız kıyılarda, derin denizlerde o hazzı yakalar. Ve şöyle tanıtır kendini;

“ Sonsuz bir özgürlük, sınır tanımayan bir maceracı. Evi yollar olan, güzelliklere yolculuk yapan bir seyyah. İşte şimdi, iki yıl süren bir başıboşluğun ardından, en son ve en büyük maceraya başlamanın zamanı gelmişti. İçindeki sahte kişiliği öldürmek için heyecanı doruğa ulaşan bir savaş ve galibiyet sonucu ruhsal dönüşümün başarıyla tamamlanması. Medeniyet tarafından daha fazla zehirlenmemek uğruna kaçtı ve yabanda kaybolmak uğruna ıssız doğada tek başına dolandı. ”

İçindeki sahte kişilik, doğaya ait olmayan, doğadan kaçmış insanların insanlara dayattığı o kişilik. İşte o, bu kişiliği öldürmek için doğanın en vahşi koşullarında yaşamayı gerek görür. Çünkü doğa ile olan açığını ancak bu şekilde kapatarak gerçeğe ulaşabilir.

“ Başıboş gezmenin bize her daim keyif verdiğini yadsımamak gerekir. Bu olay düşüncelerimizde geçmişten, baskıdan, kanundan ve sıkıcı zorunluluklardan kaçışla bağdaştırılmıştır. Mutlak özgürlük. Ve de yollar her zaman batıya çıkar. ”

İnsanların kendilerine yarattıkları doğada özgürlüğe yer yoktur. Geçmişten, zorunluluklardan, baskıdan bir an sıyrılıp özgür düşünme fırsatı bile yoktur. Asırlardır edindiği tecrübelerle kurduğu sosyal yaşam gelenekselliğini bile, hukuk ile yazılı hale getirerek kendine baskı yapabileceği bir maddi unsur yaratmıştır insanlık. Dahası beton binalar içersinde yalan hayatlar biçmiştir kendine.

“ Hayatta güçlü olmanın çok gerekli değil fakat kendini güçlü hissetmenin önemli olduğunu en azından bir kere bile olsa kendini tartmanın, bir kere bile olsa kendini, insanın en antik koşullarının içerisinde bulmanın, ellerinizden ve kafanızdan başka size yardım edecek bir şey olmadan kör ve sağır taşla tek başına yüzleşmenin gerektiğini, biliyorum. “

İnsanların güç kavramı, diğer insanlar arasındaki sosyal statüsü. Böylesi bir düzen içersinde kendini nasıl güçlü hissedebilir insan? Kendini ne ile tartabilir? Kefenin diğer ucunda ancak doğa olursa gücünü ölçebilir. En antik koşulda, doğa ile sadece bedeni ile vereceği mücadelede.


Eddie Vedder – Rise

İşte dünya düzeni böyledir
Asla bilemezsin
Tüm o inancını nereye koyacağını
Ve onu nasıl büyüteceğini?
İsyan edeceğim
Yanık boşluklar bırakarak
Karanlık hatıralarda
İsyan edeceğim
Altına dönüştürerek hataları

Hey! Zaman da böyle geçer işte
Kıvrılmayacak kadar hızlı
Ve yutulur aniden işaretlere
Şu şansa baksana
İsyan edeceğim
Pusulayla bulacağım yönümü
İsyan edeceğim
Oynayacağım son kozumu

Eddie Vedder - Society
Bu benim için bir gizem
Açgözlüyüzdür Kabullendiğimiz şeye karşı
İhtiyacın olduğundan fazlasını istemen gerektiğini sanırsın
Hepsine sahip olana kadar doyuma ulaşmazsın
Toplum, sen çılgın bir soysun
Umarım bensiz kendini yalnız saymazsın
Sahip olduğundan fazlasını istersen İhtiyacın var sanırsın
Ve istediğinden daha fazla düşünürsen Düşüncelerinde kan ağlarsın
Sanırım daha büyük bir yer bulmalıyım kendime
Çünkü sandığından fazlasına sahipsen
Daha büyük bir yere ihtiyacın vardır
Toplum, sen çılgın bir soysun
Umarım bensiz kendini yalnız saymazsın
Toplum, sahiden de çılgınsın
Umarım bensiz kendini yalnız saymazsın

Eddie Vedder – No Celling

Hissedebildiğim o sabah gelir çatar
Örtbas edilecek bir şeyin kalmayınca geriye
İlerlerim gerçeküstü bir sahneye
Fakat kalbim asla asla buradan uzakta olmayacak
Nefes aldığım sürece üzgün kaldığım sürede
Taşıyacağım bu bilgeliği bedenimde
Ayrılıyorum buradan
Vardır bir nedeni tabii
Dönecek olmamın sebebi

Gezdikçe yarıküreyi
Diledim yükselip gözden yitmeyi
Yaralandım iyileştim
Artık kondum bulunduğum yere
Yere kondum ve serbestim
Nefes aldığım sürece üzgün kaldığım sürede
Taşıyacağım bu bilgeliği bedenimde
Ayrılıyorum buradan
Eskiden olduğumdan daha inançlı bir halde
Yoktur bu aşkın bir tavanı

Son gününde bir şeyin farkına varır ve kitabın satırları arasına şunu yazar: “Mutluluk Sadece Paylaşıldığında Gerçektir”
Doğa onun ihtiyacına göre bir şey paylaşmaz. Ve en aç kaldığı zamanda yiyecek bulamayarak o zehirli otu yer.
Tam da hedeflediği insan olup, eskisinden daha inançlı bir halde orayı terk ederek tekrar insanların arasına karışmaya karar vermişken…

“Eğer yaşama sevincinin esasen insan ilişkilerinden kaynaklandığını düşünüyorsan yanılıyorsun. Tanrı bunu tüm çevremize yaydı. O her şeyde mevcut. Tecrübe edeceğimiz her şeyin içinde var. İnsanlar sadece, bu şeylere bakış açılarını değiştirmeliler.”

İnsan ilişkilerinde bulamadığı yaşamı doğada bulmuştu. Ve artık onu insanlarla paylaşmalıydı. Ama doğa o yaşamı oradan götürmesine izin vermedi. Ve doğadan aldığı yaşamı doğada bıraktı. Son notu “mutlu bir hayat yaşadım” oldu. Ve mutluluğu böylesi bir film olarak paylaşıldı. Mutluluk sadece paylaşıldığında gerçekti. Evet yaşadıkları gerçekti! Evet o adam gerçekti!