into the wild etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
into the wild etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2013 Pazar

christopher mccandless

Bundan birkaç yıl evvel İnto The Wild’ı izledikten sonra bloga filmden alıntılar eklemiştim. Sonrasında birkaç kez izlemiş olmama ve her seyir ile birlikte Chris hakkında internetten araştırmalar yapmama rağmen eksik kalan bir şey vardı; filmin içeriğini oluşturan, Jon Krakauer’in yazmış olduğu kitabı okumamıştım. Türkçeye çevrilmemiş olduğunu sanıyordum, hatta Bilge belki bu işe el atar diye ona söylemiştim. Gelgelelim bir gün Bilge’den sürpriz bir mail aldım, meğer kitabın Türkçesi varmış. Daha önceden hiç duymamış olduğum Siren Yayınları kitabı basmış. İdefix miydi, Kitapyurdu muydu tam hatırlamıyorum ama birisinde kitap vardı ama stokta görünmüyordu. Ara ara baktım ama bir türlü stoka girmediler. Meğer kitabın baskısı bitmiş. Aylar sonra bastılar ve ancak sipariş verebildim. Gelir gelmez de elimdeki kitapları bırakıp başladım okumaya.


Kitabı bitirdikten sonra anladım ki sahiden de çok eksikmiş Chris’in hikayesi bende. Krakauer’in de Chris’ten geri kalır yanı olmayan bir adam olması kitaba çok önemli bir katkı sağlıyor bir kere. Zaten bu biyografiyi ele almasının başlıca sebebi Chris’i kendine yakın görmesiymiş. Kendisi de doğa düşkünü bir dağcı ve o da tıpkı Chris gibi alıp başını gitmekten, aşılması güç dağlara tırmanmaktan hoşlanan; zorlu coğrafyalarda kamplar kurmuş ve defalarca ölüm tehlikesi ile baş başa kalmış birisi. Kitap için öylesine titiz bir çalışma yapmış ki, Chris’in yolculuğundaki tüm güzergahı baştan sona dolaşmış, onun tanıştığı herkesle görüşmüş, hakkındaki en ufak bir bilgiyi bile gözden kaçırmamak ve bu yolculuğun hikayesini baştan sona eksiksiz bir şekilde tamamlamak için inanılmaz bir çaba göstermiş. Hatta Chris’in ölümünden tam 1 yıl sonra, tam da o iklim koşullarında oraya gitmiş, Chris’in ölüm sebebi hakkında kafasındaki şüpheleri açıklığa kavuşturmak ve onun ölmeden önce en son gördüklerini, en son hissettiklerini hissetmek istemiş. Ve tüm bunları kitapta çok iyi bir şekilde yansıtmış.

Kitabın girişinde de belirttiği üzere “tarafsız bir biyografi yazarı olduğumu iddia etmiyorum” demesi, sadece Chris’i kendisine yakın bulmasından öte bir anlam ifade ediyor aslında. Malumumuz filmde de kısmen değinildiği üzere Chris’in ailesi ile olan sorunları bu yolculuğun baş müsebbibi olarak karşımıza çıkıyor. Kitapta filmden farklı olarak bu konu üzerinde tafsilatlı bir şekilde durulmuş. Krakauer, Chris’in sadece doğada bir başına verdiği mücadeleyi değil onun karakterini de çok iyi analiz etmiş ve bu biyografide onun iç dünyasını da çok iyi yansıtmış. Misal o da babasıyla sorunları olan bir adam. O da Chris gibi inatçı ve gözü kara bir kişiliğe sahip. Özellikle benim de okuyucu olarak kitapta bu hislere ortak olduğum yerler oldu, zira ben de babasıyla sorunları olan bir adamım ve bu durumun tıpkı Chris ve Krakauer’de olduğu gibi karakterime doğrudan etki etmiş olduğunu düşünüyorum. Belki biraz da bu yüzden kendime yakın bulduğumu söyleyebilirim. Bundan öte Chris’in yüksek ideallerini şekillendiren kitaplarla ilişkisi de aramızdaki ortak bir nokta olabilir. Ben de klasikler dahil olmak üzere okuduğum kitapları edebi kriterlerle yahut okurken aldığım keyif ile değerlendirememişimdir hiç. Yazarın anlattığı bende hangi değişime sebep oldu, ben bunu okuduktan sonra hayata artık nasıl bakmalıyım şeklinde doğrudan kendime işlediğim kadarıyla bir değerlendirme yaptığımı söyleyebilirim. Ha tabi benimkisi sadece değerlendirmede kalıyor, Chris gibi uygulamada herhangi bir şey yapabilmiş değilim ama içimdeki en büyük uktelerden de birisidir bu; "bir gün ben de..."

Chris’in okuduğu kitaplar da, çıktığı yolculuk da kendine yönelik bir değişim hedefindendi şüphesiz. Okuduğu karakterlerdeki yüksek ideallerden bu denli etkilenmesi ve bunların kendi hayatındaki tezahürünü yaşamak için yollara düşmesi, onu hem diğer insanlardan ayıran, hem de herkesin içinde ukte olan bir gerçeği  açığa kavuşturuyor; “aslında hepimiz Chris’in peşinden koştuğu şeyin kutsallığını biliyoruz ama diğer yandan hayatın gerçekleri (aslında yalanları mı demeli) bunu erişilmez kılıyor” Bu bir kırılma noktası; hayatımız gerçekleri dediğimiz yalanları, yalan olduğunu bile bile doğrulamaya çalışmak her şeyden önce kendimize karşı bir ikiyüzlülük oluyor, Chris ve onun gibiler ise bu ikiyüzlülüğümüzü açığa çıkarıyorlar diyebiliriz. Kendisinin de ifade ettiği gibi koskocaman bir hayat sadece insan ilişkileriyle değerlendirmek çok güdük kalıyor. İnsanların salt toplumsal kaygılarda ayakta tuttuğu bu yalanlar distopyası bir şekilde insanları körleştiren, sığlaştıran değerler yüklüyor ve bizler biliyoruz ki tüm bunların içerisinde gittikçe değersizleştik. Neyse ki Chris ve onun gibi insanlar değerliler ve bir şeyleri anımsatıyorlar.

Kitapta Krakauer başta olmak üzere Gene Rosellini, Everett Ruess, McCunn gibi daha bir çok Chris gibilerin yaşamış olduğunu, sadece onların böylesi trajik bir şekilde ölmedikleri için haklarında bilgi sahibi olmadığımızı öğrendim. Tabi günümüzde de yüksek ideallere kendini adamış, kendisini tamamen doğaya vermiş arayış içerisinde insanlar var. Hatta ben birazcık da olsa bu yapıda birkaç kişiyle tanıştığımı söyleyebilirim. Hani her yerde bize mutlakmış gibi sunulan fütüristik gelecekte de bu karakterde insanların var olacaklarını, hatta sayılarının daha da artacağına inanıyorum.



1 Mayıs 2010 Cumartesi

into the wild

“ Ücra ormanlarda bir haz vardır; Issız kıyılarda mest olurum. Kimsenin rahatsız etmediği bir çevre vardır, derin denizlerde ve uğultusunda bir şarkı vardır:
İnsanı daha az sevmem ama doğayı ondan çok severim “Lord Byron” ”

Gerçek doğada mı yoksa insanda mı? İnsanı mı sevmeli doğayı mı? Neden böyle bir tercih yapmak zorunda kalınır ki? İnsan doğasına aykırı bir varlık çünkü.
Onun doğaya giderek insandan kaçışı aslında insanlığa bir sitem değil, doğaya olan bağ olmalı. Çünkü gerçek doğada olabilir, doğadan kaçan insanda değil…

"Bana aşk, para, inanç, şöhret, adalet yerine gerçeği verin." Thoreau

İşte o gerçek doğadadır der ve düşer yollara. Ücra ormanlarda, ıssız kıyılarda, derin denizlerde o hazzı yakalar. Ve şöyle tanıtır kendini;

“ Sonsuz bir özgürlük, sınır tanımayan bir maceracı. Evi yollar olan, güzelliklere yolculuk yapan bir seyyah. İşte şimdi, iki yıl süren bir başıboşluğun ardından, en son ve en büyük maceraya başlamanın zamanı gelmişti. İçindeki sahte kişiliği öldürmek için heyecanı doruğa ulaşan bir savaş ve galibiyet sonucu ruhsal dönüşümün başarıyla tamamlanması. Medeniyet tarafından daha fazla zehirlenmemek uğruna kaçtı ve yabanda kaybolmak uğruna ıssız doğada tek başına dolandı. ”

İçindeki sahte kişilik, doğaya ait olmayan, doğadan kaçmış insanların insanlara dayattığı o kişilik. İşte o, bu kişiliği öldürmek için doğanın en vahşi koşullarında yaşamayı gerek görür. Çünkü doğa ile olan açığını ancak bu şekilde kapatarak gerçeğe ulaşabilir.

“ Başıboş gezmenin bize her daim keyif verdiğini yadsımamak gerekir. Bu olay düşüncelerimizde geçmişten, baskıdan, kanundan ve sıkıcı zorunluluklardan kaçışla bağdaştırılmıştır. Mutlak özgürlük. Ve de yollar her zaman batıya çıkar. ”

İnsanların kendilerine yarattıkları doğada özgürlüğe yer yoktur. Geçmişten, zorunluluklardan, baskıdan bir an sıyrılıp özgür düşünme fırsatı bile yoktur. Asırlardır edindiği tecrübelerle kurduğu sosyal yaşam gelenekselliğini bile, hukuk ile yazılı hale getirerek kendine baskı yapabileceği bir maddi unsur yaratmıştır insanlık. Dahası beton binalar içersinde yalan hayatlar biçmiştir kendine.

“ Hayatta güçlü olmanın çok gerekli değil fakat kendini güçlü hissetmenin önemli olduğunu en azından bir kere bile olsa kendini tartmanın, bir kere bile olsa kendini, insanın en antik koşullarının içerisinde bulmanın, ellerinizden ve kafanızdan başka size yardım edecek bir şey olmadan kör ve sağır taşla tek başına yüzleşmenin gerektiğini, biliyorum. “

İnsanların güç kavramı, diğer insanlar arasındaki sosyal statüsü. Böylesi bir düzen içersinde kendini nasıl güçlü hissedebilir insan? Kendini ne ile tartabilir? Kefenin diğer ucunda ancak doğa olursa gücünü ölçebilir. En antik koşulda, doğa ile sadece bedeni ile vereceği mücadelede.


Eddie Vedder – Rise

İşte dünya düzeni böyledir
Asla bilemezsin
Tüm o inancını nereye koyacağını
Ve onu nasıl büyüteceğini?
İsyan edeceğim
Yanık boşluklar bırakarak
Karanlık hatıralarda
İsyan edeceğim
Altına dönüştürerek hataları

Hey! Zaman da böyle geçer işte
Kıvrılmayacak kadar hızlı
Ve yutulur aniden işaretlere
Şu şansa baksana
İsyan edeceğim
Pusulayla bulacağım yönümü
İsyan edeceğim
Oynayacağım son kozumu

Eddie Vedder - Society
Bu benim için bir gizem
Açgözlüyüzdür Kabullendiğimiz şeye karşı
İhtiyacın olduğundan fazlasını istemen gerektiğini sanırsın
Hepsine sahip olana kadar doyuma ulaşmazsın
Toplum, sen çılgın bir soysun
Umarım bensiz kendini yalnız saymazsın
Sahip olduğundan fazlasını istersen İhtiyacın var sanırsın
Ve istediğinden daha fazla düşünürsen Düşüncelerinde kan ağlarsın
Sanırım daha büyük bir yer bulmalıyım kendime
Çünkü sandığından fazlasına sahipsen
Daha büyük bir yere ihtiyacın vardır
Toplum, sen çılgın bir soysun
Umarım bensiz kendini yalnız saymazsın
Toplum, sahiden de çılgınsın
Umarım bensiz kendini yalnız saymazsın

Eddie Vedder – No Celling

Hissedebildiğim o sabah gelir çatar
Örtbas edilecek bir şeyin kalmayınca geriye
İlerlerim gerçeküstü bir sahneye
Fakat kalbim asla asla buradan uzakta olmayacak
Nefes aldığım sürece üzgün kaldığım sürede
Taşıyacağım bu bilgeliği bedenimde
Ayrılıyorum buradan
Vardır bir nedeni tabii
Dönecek olmamın sebebi

Gezdikçe yarıküreyi
Diledim yükselip gözden yitmeyi
Yaralandım iyileştim
Artık kondum bulunduğum yere
Yere kondum ve serbestim
Nefes aldığım sürece üzgün kaldığım sürede
Taşıyacağım bu bilgeliği bedenimde
Ayrılıyorum buradan
Eskiden olduğumdan daha inançlı bir halde
Yoktur bu aşkın bir tavanı

Son gününde bir şeyin farkına varır ve kitabın satırları arasına şunu yazar: “Mutluluk Sadece Paylaşıldığında Gerçektir”
Doğa onun ihtiyacına göre bir şey paylaşmaz. Ve en aç kaldığı zamanda yiyecek bulamayarak o zehirli otu yer.
Tam da hedeflediği insan olup, eskisinden daha inançlı bir halde orayı terk ederek tekrar insanların arasına karışmaya karar vermişken…

“Eğer yaşama sevincinin esasen insan ilişkilerinden kaynaklandığını düşünüyorsan yanılıyorsun. Tanrı bunu tüm çevremize yaydı. O her şeyde mevcut. Tecrübe edeceğimiz her şeyin içinde var. İnsanlar sadece, bu şeylere bakış açılarını değiştirmeliler.”

İnsan ilişkilerinde bulamadığı yaşamı doğada bulmuştu. Ve artık onu insanlarla paylaşmalıydı. Ama doğa o yaşamı oradan götürmesine izin vermedi. Ve doğadan aldığı yaşamı doğada bıraktı. Son notu “mutlu bir hayat yaşadım” oldu. Ve mutluluğu böylesi bir film olarak paylaşıldı. Mutluluk sadece paylaşıldığında gerçekti. Evet yaşadıkları gerçekti! Evet o adam gerçekti!