27 Haziran 2010 Pazar

kabuksuz kaplumbağa

Sabah ölmek isteğiyle uyanmak o kadar olağan bir durum oldu ki artık sadece uykusunu alamayan bir çocuk gibi mızmızlandığım şu hayat da ne kadar manasızsa ölmek de manasız olmalıydı ki hayata neresinden dokunduysa artık yaşamını ölümünden beter yadsıyarak neyin içinde neyi sürüklemeye çalıştığına bir anlam veremediğim şu boşluğun içinde süzülürken bir enginlik bulmuştum ve doğrulup boşluğa şunu sordum: ben mi kabuk tutmuyorum yoksa ben bir kabuk muyum boşluğunun?

2 yorum:

nomen dedi ki...

Eski kayıtlarınızı okuyordum. Bu yazıya rastladım alter ego.Dün bir arkadaşıma benzer cümleler kurmuş, ondan da şu yanıtı almıştım: "Bilmemek bilmekten iyidir, bilmeden yaşayalım Mara!"

Sorduğunuz soru öyle can evinden vurucu ki! Kabuk tutmamayı mı tercih ederdik, yoksa iç'siz salt bir kabuk olmayı mı? Kırk satır ve kırk katır gibi.Ama galiba kabuk olmak; sert ve acılara duyarsızlaşabilmeyi bahşettiği için benim "keşke"m olurdu.

alter ego dedi ki...

Benim de keşkem oluyor. İnsanlar süper ego ile hayata başlayıp sonra manevi açıklarını fark edince onu ehlilleştirmeye çalışırken, bizler tam tersi şeklinde bir gelişim için çaba gösteriyor oluşumuz ne garip.

Ben yine de buna hala gelişim olarak bakamıyorum. Ama yine de benim bir keşkem işte...