27 Haziran 2012 Çarşamba

batı kültürünün japonya üzerindeki etkisi üzerine sosyolojik bir değerlendirme

başlık çok afili oldu ben bile güldüm yani; öyle bir anda yazıya başlık olarak aklıma geliverdi işte.
bunu sanırım japonya'da yaşayan bir türk yazmış. yazı bana çokça şey düşündürdü. batı kültürünün japonya'daki yeni nesil üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu çok iyi gözlemlemiş. ayrıca bizim toplumumuzda da paralellik gösteren benzer durumlar söz konusu. belki de bu arkadaş biraz da bu yüzden durumu daha iyi değerlendirmiş olabilir.



çalışkanlıkları yüzünden övülmesi aslında çok acıklı gerçekleri barındıran ülke... az evvel, japonya üzerine epeyce konuştuktan sonra, şu entry'yi yazma ihtiyacı duydum.

konu, neden japon gençlerinin geleneklerine bağlı olmadığı, hiroshima anıtı gibi yerlerde şakalar yapabilecek kadar milli hislerden uzak olduğundan açıldı (oraya gidip orayı gezmiş birisi bu soruyu yöneltti), ben de, kısaca açıklamaya çalıştım. elbette bahsettiğimiz şeyin sebebi bir çok gence göre değişebilir, insanların duyguları aynı olsa da sebepleri kişiden kişiye değişiyor. lakin benim gördüklerim içinde, yaş gruplarına göre sebep değişiyor. şöyle anlatayım, orta yaşlı insanlar zaten kesinlikle gülmüyorlar, ciddi duruyorlar, ama aslındaçoğu çok da dikkate almıyorlar, sadece öyle durmaları gerektiğini düşündükleri için öyle ciddi duranları da var... bizzat nagasakili bir kız arkadaş, ailesinin ona küçükken hiroshima ve nagasaki bombalamalarını hiç anlatmadıklarını söyledi, onu amerikalılara karşı düşmanca bir hisle yetiştirmek istememişler. "şu anki amerikalıların ne suçu var, bunu yapan onların atalarıydı, biz şimdi amerikalılarla dostça yaşamak istiyoruz, düşmanlıkları körüklemenin alemi yok" diye düşünüyorlarmış. 30 yaş civarına kadar bu düşünceler hakim.

lakin sonraki nesil (15-23 arası diyelim kabaca) artık bu olayı birebir yaşayanlar tarafından yetiştirilmediler. bu olayları hatırlayanlar belki büyük anne-babalardı ve çoğu öldü. hatırlamayan neslin çocukları olan gençler, zaten olaya önce nötr başlıyorlar, bir önceki nesil kadar bile duyarlı değiller (en basiti o bombalamalarda ailelerinden kimler öldü bilmiyorlar) lakin sonrasında, okulda olsun, filmlerle olsun, popüler kültür ögeleriyle olsun bu olay onlara anlatılıyor. işte burada bir ters tepme durumu yaşanıyor, bu nesil olayları hiç bilmediği, tamamen güncel, melez bir amerikan-japon kültüründe yetiştiği için (japonların hala geleneklerine çok bağlı olduğunu düşünenlerin en son 1970'lerde yapılmış araştırmaları okuduklarını düşünüyorum. zira şu an orta yaşlı olanlardan sonraki nesiller için bunu söylemek çok mümkün değil) "aman kültürüne uzak kalmasın" deyip iyice abartıyorlar bunları anlatmayı bazen ve sonuçta çocuklarda "ulan amma abarttınız, siz de pearl harbour baskını yapmışsınız ama, yettiniz artık!" dercesine bir tepki gelişiyor. anlatılanların abartılı olduğunu düşünüyor, belki de içine doğdukları amerikan kültürüne toz kondurmak istemiyorlar.

neden? çünkü japon kültürü hayal bile edemeyeceğiniz kadar baskıcıdır, aileler evlatlarını çizginin dışına çıktıkları anda reddeder ve mirastan mahrum ederler. oysa çocuklar amerikan kültürünün çok daha yumuşak ve "affedici" olduğunu düşünüyor, kendilerini bir taraf tutmak zorunda hissediyorlar. bu hissiyat da kendini "japon değerleriyle dalga geçmek, onlara karşı çıkmak" şeklinde dışarı vuruyor bazen.. bazıları gerçekten umursamıyor, o yüzden dalga geçmekte sakınca görmüyor "her şeyle dalga geçilebilir, ne var ki bunda?" diyerek, bazıları az da olsa milliyetçi hisler hissediyorsa bile ekseriyetle bundan utanıyor ve bastırmak için dalga geçiyor. ama genel olarak, gerçekten umursamayanlar çoğunlukta... "düşmanlıkları körüklememek için kötü anıları anlatmamak" bence de çok pozitif, ama insanoğlu matematiğe gelmiyor, "şöyle yaparsam böyle olur" denemiyor. bu sefer de, belki o anıları dinlemedikleri için, bu tarz anılarla karşılaşınca inanmayıp, abartılı bulma durumu ortaya çıkabiliyor.

genel anlamda, çocuklar japon kültüründen sıkılmış ya da utanıyor oluyorlar, haliyle japon kültürüne dair pek çok şeyle dalga geçiyorlar, hiroshima ve nagasaki'de ölenler için yapılan anıtlarla dalga geçmek belki de en uç noktası, ama kıyafetlerden yemeğe, her şeyle dalga geçiyorlar. binlerce japon, her sene göz ameliyatı olarak çekik gözlerinden kurtulmak, "batılı" gibi gözükmek istiyor (buna bayağı üzülüyorum aslında, insanın fiziksel görüntüsünden utanması sırf çekik gözlü diye... insanın aklı zor alıyor...)

anlayacağınız bunlar bir bütün. japonya'da gençler çok zor bir üniversiteye giriş sınavından geçerler, iyi bir üniversiteye girebilmek için 1200-1500 kanji ezberlemeleri gerekir (lakin girdikten sonra mezun olmak bir o kadar kolaymış diyorlar). üniversiteye giriş sınavından önceki bir kaç yıl ve üniversite yılları, baskı altında olmadıkları belki de tek dönemdir. özellikle iyi bir üniversiteye kapağı attıktan sonra, aileleri 4 yıllığına onlara baskı yapmaktan vazgeçer, saçlarını acayip şekillerde kesen/boyayan, o meşhur metro istasyonlarında karşılaşılan çılgın giyinmiş japon gençleri filan işte o güruhtandır. 4 senenin sonunda ise, sihirli değnek değmişçesine hepsi çok "cici" hanımlara-beylere dönüşüp iş hayatına atılırlar. eğer bu döngüye uymazlarsa aileleri tarafından anında reddedilirler, özellikle tokyo böyleleriyle dolu. istediklerini yapmasına izin vermeyen, her bireyden inanılmaz başarılı olmasını bekleyen japon kültürü gençleri ezer. japonya dünyada intihar oranının en yüksek olduğu yerdir (herkes norveç'i filan bilir, oysa norveç sadece avrupa'nın en yüksek oranına sahiptir dünyanın değil) aynı şekilde alkolizm sorunu da japon hükümetinin en çok uğraştığı sorun, ülkede herkes deli gibi çalışıyor, işten çıkınca ise alkole sarılıyor, çünkü insanlar mutsuz...

japon kültürü, genel manada -belki bizim ikiyüzlü diyebileceğimiz şekilde ya da ölümcül bir kibarlık- "göründüğün gibi olma ya da olduğun gibi görünme" düsturu üzerine kuruludur. içinizde berbat biri olabilirsiniz, toplum kurallarına uyduğunuz sürece sorun değildir. ya da harika bir insan olabilirsiniz, şekle uymadığınız sürece beş para etmez. bir yandan hayran olunan "düzenli, nazik, saygılı insanların ülkesi", orada yaşayanlar için bir cenderedir, şekil, daima içerikten önce gelir. bu durum, onları sanat ve işte başarılı yapar; fakat kişisel hayatta, mutsuz, tatminsiz, sürekli ailesini onurlandırması gerektiğini, şirketini utandırmaması gerektiğini düşünen insanlar yaratır. bizim çok mana veremediğimiz seppuku (popüler adıyla harakiri) uygulaması esasen bunun bir yansımasıdır (zannedildiği gibi her japon yapamaz, sadece imparator tarafından izin verilen askeri soylular yapabilir gerçi bunu ya, neyse o ayrı mesele.) onurunu yitiren, başarısızlığa uğrayan insanların özürü yerine geçer, canını alarak onurunu temizler.

lakin artık savaş soyluları olmadığı için, daha güncel ölümler var; kendilerini trenin önüne atan japonlar. üstelik, seppuku dışında intihar da gayet başarısız bir durum olarak görüldüğü, intihar edenler aşağılandığı için, tren şirketleri intihar edenler yüzünden seferler aksadı diye intihar edenlerin ailesine tazminat davası açabiliyor! (aynısı türkiye'de olsa sanırım linç ederler...) keza, içinde birinin kendini astığı ev, bir daha asla alıcı/kiracı bulamayabiliyor, çünkü o başarısızlığın yahut başarısızlığı getiren kötü şansın yeni sahiplere bulaşabileceğine dair inanç hala çok kuvvetli (bu evleri kiralarının düşük olmasından ayırt etmek mümkün. tabii durum, bu hurafeye inanmayan yabancılara yarar genelde.)

kısaca, japonya, birbirinden mutsuz, günde 13-14 saat yaşayan, sonra kazandığı parayla çocuklarını en iyi okullara gönderip onları da aynı cendereye sokan, dışarıdan bakınca zengin ve müreffeh, kibar insanların yaşadığı, içeriden bakınca ise cehennemin farklı bir boyutunu yaşatan bir ülkedir...

ben bir japon olmadığımdan, bana her halde güzel gelir, garipliği onu daha ilginç yapar.

"japonya balina gibidir: denizde yaşar ama balık değildir; balığa benzer ama memelidir." -umesao tadao

baskıcı çocukluk ve baskıcı iş hayatı arasında kalan dilimde, kendilerince eğlenebildikleri tek vakitte japon kültürüne dair ne varsa onla dalga geçiyorlar. çünkü biliyorlar ki o kültür onları da öğütecek ve karşı koymaya çalışmak direkt toplumsal reddedilişi getiriyor. bence japonların hali bayaa acıklı...

kaynak; ekşisözlük

5 yorum:

Jane Doe dedi ki...

yazıyı okuyunca babamın yıllar önce anlattığı bir hikaye geldi aklıma: Babam İstanbul'daki iett adlı otobüslerin şoförüydü. Bir gece Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi hattında çalışırken durakta bekleyen bayan bir Japon görmüş ve orda çalışan mühendislerden biri olduğunu düşünmüş haliyle. Öyleymiş de gerçekten. Gece olduğu için babamın da son seferiymiş. Otobüs kalkarken Japon mühendis binmemiş bileti olmadığı için, babam ısrar etmiş lütfen binin biletsiz olsanızda birşey olmaz gece vakti vasıta bulamazsınız diye, zaten dağın tepesi orası bilen bilir. Neyse babam güç bela ikna etmiş kadını indiğiniz yerde bilet bulup atarsınız diye ama kadın hem kuralları çiğnediği hem de kendi biletsiz bindiği için çok mahçup olduğunu söyleyip durmuş.
Japonların ne kadar gururlu oldukları konusu geçince hep bu hikaye gelir aklıma. Hangimiz gecenin bir yarısı bilet bulmak için çırpınırız ya da otobüse biletsiz binmeyi gurur kırıcı birşey olarak görürüz ki. Bu insanların bilimsel anlamda harikalar yaratırken, kültürel anlamda bu kadar yozlaşabildiklerine anlam vermek gerçekten zor.
Fiziksel görünüşleri hakkında takıntılı olmaları gerçekten üzücü hatta bunu eylemlerine yansıtmaları daha da kötü. Anime karakterlerinin kendi sahip olmadıkları özelliklere sahip olması gibi mesela.
Dediğin gibi milli kültürel değerlerden yoksun yetiştirilmek, baskıcı bir düzenle büyümek onları bu hale getiren en önemli etkenlerden.
Aydınlatıcı bir yazı, eline sağlık

alter ego dedi ki...

çok hoş bir hikayeymiş paylaştığın için teşekkürler. japonların ne kadar onurlu olduğu hakkında bir mevzu açıldığında benim de hep aklıma gelecektir artık.

bizim etrafımızdaki her şey bozuk olduğu için içerisinde düzgün kalmayı abes buluyoruz haliyle. otobüse biletsiz binmeyi olsun yahut başka herhangi bir şey için olsun gurur kırıcı olarak görmemizin başlıca sebebi etrafımızdaki bozukluk olsa gerek. herkes dürüst olsa, herkes onurlu olsa o zaman biz de dürüst olmak, onurlu olmak zorunda hissederiz kendimizi. japonlar böylesi bir ortamda yetişmişler. ama biz ne ortamda yetişmiş olursak olalım, ne kadar düzgün yetiştirilmiş olursak olalım mutlaka taviz veriyoruz, bu bugün kaçınılmaz bir şey. korkunç bir ortamdayız. ben mesela kendi adıma daha bugün "dünyayı ben mi kurtaracağım" cümlesini kurdum söz gelimi. sadece bu yüzden asla o japon kadar sağlam duramayacağım ve hep eğri büğrü yaşayacağım. çünkü etrafımdaki her şey eğri ve bu durumda kimse onur mücadelesi veremez. dahası onur mücadelesi verenleri herkes budala olarak görür ve yaşamını daha da zorlaştırırlar.

ama bundan sonra japonlar da öylesi bir ortamda yetişmeyecekler gibi görünüyor ve sonraki kuşak da babanın karşılaştığı gibisi mumla aranacak gibi görünüyor.

burdan çıkan bir sonuç da; dünyanın neresine gidersek gidelim bitmiş.

katkın için teşekkürler.

not: bu arada benim yazdığımı düşünmüşsün sanırım ama bu yazı bir alıntı ben yazmadım yani.

Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.