Geçen bir yerde bir söze denk gelmiştim; “Anlamak değiştirir, bir şeyi anladığımız andan itibaren artık öncesindeki kişi değilizdir” gibi bişeydi.
Burada bir paradoksa değinmek gerek belki; bir şeylere uyanmak, bir şeyleri anlamak bizi değiştirirken, değişime uğramadan evvelki anlamlarımız, kendimizden koparamadığımız bir hatıra (hatırımızda, hatırı sayılır) mı olurlar? Öyleyse eğer burada bir değişimden söz edilebilir mi? Böyle değilse, yani bir şeyi anladıktan sonra değişince eski anlamımızın kökünü kazıyorsak eğer, bu durumda bir değişimden söz edilebilir miyiz peki? Söz konusu değişimin aktörü “anlam” olunca bu da mümkün olmuyor. Anlamak öncesiyle ve sonrasıyla, karmaşık bir takım mukayeselerle, etkileşimlerle gerçekleşebilir ancak. Hiçbir şey gökten zembille inerek anlam kazanmaz herhalde. Böyle bir şey varsa da peygamberlere özgü filandır. Burada rasyonel zekâmız bize hemen “eklemek” fikrini uyandırarak orta yolu bulabilir. Yani öncesi olduğu yerde durur, biz üzerine yenilerini ekleriz şeklinde. Ama bu da bir yerde anlamanın doğasına aykırı gibidir. Çünkü anlamak, bir şeylere uyanmak yıkıcıdır. Artık eskisi gibi değilizdir, eskiye karşı tepki geliştirmemiz de kaçınılmazdır. Bu anlamdan da, değişimden de bağımsızdır aslında bir yerde…
Bizler pratikte hep bir şeylerin öğrenerek yaşanabileceğini kanıksamış, yaşayarak öğrenebileceklerimizi ise genelde es geçmiştik. Hal böyleyken daha çok öğrenerek daha çok yaşadığımızı varsaymıştık. Bazen ufak senkronizasyon kaymalarından çokça anlamlar çıkarmış ve stabil hayatlarımızı sekteye uğratmaya başlamıştık. Arayışa geçmiş, arayışımızı (her zamanki gibi) başka insanlar ve başka hayatlarda bulmuş, bu sefer de onlara imrenmiştik. Onların hayatlarını öğrenme isteği duyup onlar gibi yaşamak istemiştik.
Süreçler ve benzerlikleri bir tarafa bırakırsak; şu bunaldığımız hayatlarımızdan kaçışı “alternatif hayat”larda bulmamız pek güzel bir şey. Fakat anlam veremediğim şey bu durum için esas alınan odakta. İnsanın doğasına uygun yaşamasının alternatif olarak addedilmesi pek hoşuma gitmiyor. Bu bir tanımlama sorunu da değil üstelik, düpedüz düşünceden kaynağını alıyor.
Son zamanlarda birkaç arkadaşım, benim birtakım şeylere uyandığımı düşünmüş olacak ki şu alternatif hayat güruhlarından denk geldiklerini paylaşıyorlar. Benimkisi muhtemelen bir önyargı ama bu topluluklara hiç katılasım gelmiyor. Yazdıkları manifesto vari şeyleri okuduğumda düşüncelerinin çoğuna hemfikir olmama rağmen üstelik. Peki bu neden böyle oluyor diye düşündüğümde işte yukarıda saçmaladığım anlamak paradoksuna takılıyorum sanırım.
Bir şeylere uyanmak benim için bir yalnızlık sonucunu doğurmuştur hep. Belki de bunun sebebi anlamak paradoksundaki değişimleri hep kendi içimde tutuşumdandır. Hatta bunun kendi kişisel tutumumdan değil de insanlar böyle olması gerektiğini düşündürdükleri için kabullenmiştim. Bu öyledir ki “hayat”ıma sirayet edemezdi. Çünkü hayat dediğimiz şeyin pek öyle eğilip bükülebilir bir tarafı olmuyordu, öylesine katıydı işte. Bir şeylere uyanmak insanı değiştirebilirdi ama hayatı öyle pek kolay değiştiremezmiş gibi gelmişti. Ya da ben çok pasifim bilemiyorum. Bizler bu zamana kadar da hayatlarımızın bu şekilde seyir göstermesi üzerine çaba göstermiş değildik belki de. Sadece fırsatları değerlendirdik ve her şey bu şekilde gelişti belki. Belki de birçoğumuzun sorunu budur; kendi isteklerimiz doğrultusunda şekillendiremediğimiz hayatlarımızın sorumluluğunu, geçmişte ne istediğimizi bilememizin cehaletine yüklüyoruzdur.
Alternatif hayatın “alternatif” oluşu ne kadar genele göre marjinal bir hayat oluşuyla, ne kadar insanın kendi süregelen hayatına karşı geliştirdiği tavırla ilgili bunun farkına varmak lazım belki de. Fakat ben bu farkındalığın da pek bir şey ifade edeceğini düşünmeyenlerdenim. Çünkü her iki türlüsü de sonuçta bir tepki ve bir şeylere karşı tepki geliştirerek tam manasıyla hayatımıza vakıf olamayabiliriz.
(bkz: çok dallandırıp budaklandırarak bir şeyleri anlatmaya çalışıp sonuç olarak hiçbir şey anlatamamak)