2 Ağustos 2014 Cumartesi

alternatif hayat

Bloglarda, ekşisözlükte vb. insanların kendini ifade ettiği mecralarda, son zamanlar öylesine çok bunalmış insan portreleriyle karşılaşıyorum ki. Bunların birçoğu, bir tür aydınlanma paralelinde kaleme alınmış gibiler ve hafif öfke de içeriyorlar.  Fakat bunun, yazarın kendine dönük bir öfkesi olduğunu da düşünmeden edemiyorum. Zira neye uyansak, daha önceden buna neden uyanmadığımıza hayıflanırız ister istemez.

Geçen bir yerde bir söze denk gelmiştim; “Anlamak değiştirir, bir şeyi anladığımız andan itibaren artık öncesindeki kişi değilizdir” gibi bişeydi.

Burada bir paradoksa değinmek gerek belki; bir şeylere uyanmak, bir şeyleri anlamak bizi değiştirirken, değişime uğramadan evvelki anlamlarımız, kendimizden koparamadığımız bir hatıra (hatırımızda, hatırı sayılır) mı olurlar?  Öyleyse eğer burada bir değişimden söz edilebilir mi? Böyle değilse, yani bir şeyi anladıktan sonra değişince eski anlamımızın kökünü kazıyorsak eğer, bu durumda bir değişimden söz edilebilir miyiz peki? Söz konusu değişimin aktörü “anlam” olunca bu da mümkün olmuyor. Anlamak öncesiyle ve sonrasıyla, karmaşık bir takım mukayeselerle, etkileşimlerle gerçekleşebilir ancak. Hiçbir şey gökten zembille inerek anlam kazanmaz herhalde. Böyle bir şey varsa da peygamberlere özgü filandır. Burada rasyonel zekâmız bize hemen “eklemek” fikrini uyandırarak orta yolu bulabilir. Yani öncesi olduğu yerde durur, biz üzerine yenilerini ekleriz şeklinde. Ama bu da bir yerde anlamanın doğasına aykırı gibidir. Çünkü anlamak, bir şeylere uyanmak yıkıcıdır. Artık eskisi gibi değilizdir, eskiye karşı tepki geliştirmemiz de kaçınılmazdır. Bu anlamdan da, değişimden de bağımsızdır aslında bir yerde…

Bizler pratikte hep bir şeylerin öğrenerek yaşanabileceğini kanıksamış, yaşayarak öğrenebileceklerimizi ise genelde es geçmiştik. Hal böyleyken daha çok öğrenerek daha çok yaşadığımızı varsaymıştık. Bazen ufak senkronizasyon kaymalarından çokça anlamlar çıkarmış ve stabil hayatlarımızı sekteye uğratmaya başlamıştık. Arayışa geçmiş, arayışımızı (her zamanki gibi) başka insanlar ve başka hayatlarda bulmuş, bu sefer de onlara imrenmiştik. Onların hayatlarını öğrenme isteği duyup onlar gibi yaşamak istemiştik.

Süreçler ve benzerlikleri bir tarafa bırakırsak; şu bunaldığımız hayatlarımızdan kaçışı “alternatif hayat”larda bulmamız pek güzel bir şey. Fakat anlam veremediğim şey bu durum için esas alınan odakta. İnsanın doğasına uygun yaşamasının alternatif olarak addedilmesi pek hoşuma gitmiyor. Bu bir tanımlama sorunu da değil üstelik, düpedüz düşünceden kaynağını alıyor.

Son zamanlarda birkaç arkadaşım, benim birtakım şeylere uyandığımı düşünmüş olacak ki şu alternatif hayat güruhlarından denk geldiklerini paylaşıyorlar. Benimkisi muhtemelen bir önyargı ama bu topluluklara hiç katılasım gelmiyor. Yazdıkları manifesto vari şeyleri okuduğumda düşüncelerinin çoğuna hemfikir olmama rağmen üstelik. Peki bu neden böyle oluyor diye düşündüğümde işte yukarıda saçmaladığım anlamak paradoksuna takılıyorum sanırım.

Bir şeylere uyanmak benim için bir yalnızlık sonucunu doğurmuştur hep. Belki de bunun sebebi anlamak paradoksundaki değişimleri hep kendi içimde tutuşumdandır. Hatta bunun kendi kişisel tutumumdan değil de insanlar böyle olması gerektiğini düşündürdükleri için kabullenmiştim. Bu öyledir ki “hayat”ıma sirayet edemezdi. Çünkü hayat dediğimiz şeyin pek öyle eğilip bükülebilir bir tarafı olmuyordu, öylesine katıydı işte. Bir şeylere uyanmak insanı değiştirebilirdi ama hayatı öyle pek kolay değiştiremezmiş gibi gelmişti. Ya da ben çok pasifim bilemiyorum. Bizler bu zamana kadar da hayatlarımızın bu şekilde seyir göstermesi üzerine çaba göstermiş değildik belki de. Sadece fırsatları değerlendirdik ve her şey bu şekilde gelişti belki. Belki de birçoğumuzun sorunu budur; kendi isteklerimiz doğrultusunda şekillendiremediğimiz hayatlarımızın sorumluluğunu, geçmişte ne istediğimizi bilememizin cehaletine yüklüyoruzdur.


Alternatif hayatın “alternatif” oluşu ne kadar genele göre marjinal bir hayat oluşuyla, ne kadar insanın kendi süregelen hayatına karşı geliştirdiği tavırla ilgili bunun farkına varmak lazım belki de. Fakat ben bu farkındalığın da pek bir şey ifade edeceğini düşünmeyenlerdenim. Çünkü her iki türlüsü de sonuçta bir tepki ve bir şeylere karşı tepki geliştirerek tam manasıyla hayatımıza vakıf olamayabiliriz.

(bkz: çok dallandırıp budaklandırarak bir şeyleri anlatmaya çalışıp sonuç olarak hiçbir şey anlatamamak)

3 yorum:

negatif dedi ki...

ben bir şeyler anladığımı sanıyorum. anladığımın anlatmak istediğinle aynı veya benzer mi olduğundan emin değilim.

izninle yazından bir parçayı alıntılıyorum:
"Burada bir paradoksa değinmek gerek belki; bir şeylere uyanmak, bir şeyleri anlamak bizi değiştirirken, değişime uğramadan evvelki anlamlarımız, kendimizden koparamadığımız bir hatıra (hatırımızda, hatırı sayılır) mı olurlar? Öyleyse eğer burada bir değişimden söz edilebilir mi? Böyle değilse, yani bir şeyi anladıktan sonra değişince eski anlamımızın kökünü kazıyorsak eğer, bu durumda bir değişimden söz edilebilir miyiz peki? Söz konusu değişimin aktörü “anlam” olunca bu da mümkün olmuyor. Anlamak öncesiyle ve sonrasıyla, karmaşık bir takım mukayeselerle, etkileşimlerle gerçekleşebilir ancak. Hiçbir şey gökten zembille inerek anlam kazanmaz herhalde. Böyle bir şey varsa da peygamberlere özgü filandır. Burada rasyonel zekâmız bize hemen “eklemek” fikrini uyandırarak orta yolu bulabilir. Yani öncesi olduğu yerde durur, biz üzerine yenilerini ekleriz şeklinde. Ama bu da bir yerde anlamanın doğasına aykırı gibidir. Çünkü anlamak, bir şeylere uyanmak yıkıcıdır. Artık eskisi gibi değilizdir, eskiye karşı tepki geliştirmemiz de kaçınılmazdır. Bu anlamdan da, değişimden de bağımsızdır aslında bir yerde…"

anlamakla ilgili bu söylediklerin bir paradoks değil. anlamanın nasıl gerçekleştiği anlaşılmış. anlamak sözcüğünün anlamı "1.Bir şeyin ne demek olduğunu, neye işaret ettiğini kavramak"mış(tdk). tabii bilim, sanat ve felsefede anlamları çok fazla dallanıp budaklanabilir. ama ilk ala gelen anlamıyla anlamak eylemini gerçekleştiren insanda bir değişimden söz edebiliriz. çünkü anlamanın öncesinde öğrenmenin gerçekleşmesi gerekiyor. öğrenmenin anlamı da yaşantılar sonucu gerçekleşen kalıcı izli davranış değişikliğidir. yani bu değişiklik gerçekleşmeden anlama gerçekleşmez.

öğrenme bilmekle, anlamak kavramakla ilgili. bilmek anlamaya yetmeyebilir ama anlayan biliyordur. bilmek kavramaktan daha basittir.

"bir şeylere uyanmak, bir şeyleri anlamak bizi değiştirirken, değişime uğramadan evvelki anlamlarımız, kendimizden koparamadığımız bir hatıra (hatırımızda, hatırı sayılır) mı olurlar?" hem evet, hem hayır. bir şeyi anlamanın bizi değiştirmesi demek şu: yeni bir durumla veya olayla karşılaşırsın ve bunu ya eski bildiklerine eklersin ya da eski bildiklerini silip yerine yenisini koyarsın. bizler bunun her türlüsünü yapıyoruz. ayrıca belleğimiz farklı bölümlere ayrılır. sözgelimi anılarımızı, derslerde öğrendiğimiz formülleri, bir şeyin nasıl olduğuna dair bildiklerimizi vb. belleğimizin farklı yerlerine yerleştiririz. şurada özetle açıklamışlar: http://www.egitimpsikolojisi.com/bellek-turleri.html

negatif dedi ki...

hiçbir şey gökten zembille inerek anlam kazanmaz tabii. madem gökten iniyor dedik, yağmur örneğini vereyim. yağmurun yağdığını ilk kez gören bir çocuk gökyüzünde kocaman bir çeşmenin açıldığını ve suyun aktığını düşünebilir. çünkü öyle görmüştür daha önce, yeni karşılaştığı durumu eski durumdan yola çıkarak anlamıştır. daha sonra yağmurun gerçekte nasıl yağdığını anladığında yağmurun nasıl oluştuğuna dair yeni bilgisini eskisinin yerine koyacak. yani eskiyi yıkıp yerine yenisini koyacak. daha sonra kar yağdığını görünce bunun çeşmeden akmadığını anlamış olacak ama yine de yağmuru açıkladığı gibi açıklamaya çalışacak. sonra yağmurla benzerliğini ve farklılıklarını kavrayacak. burada eskiyi yok etmesine gerek yok, karla ilgili bilgilerini yağmurla ilgili bildiklerine eklemesi gerekiyor. bu olanların öğrenme psikolojisindeki adları adaptasyon ve asimilasyon. ilgini çektiyse google amca bu konuda çok ayrıntılı bilgi verebilir.

"Bizler pratikte hep bir şeylerin öğrenerek yaşanabileceğini kanıksamış, yaşayarak öğrenebileceklerimizi ise genelde es geçmiştik." Bu dediğine hiç katılmıyorum. Öğrenerek yaşarız ve yaşayarak öğreniriz. Bunlar birbirine koşut değildir; iç içe geçmişlerdir ve birbirini tamamlarlar.

daha söyleyebileceğim çok şey var ama yazarak anlatamıyorum. konuşarak daha rahat anlatabilirim. son olarak yaşantıyı mümkün olduğunca zenginleştirmek iyidir diyeceğim. bunu türlü yollarla gerçekleştirebiliriz. uyanmak seni yalnızlaştırmasın, aksine çoğaltsın. nasıl uyandığını insanlara anlatmalısın. bu başkasının ürettiği domatesi seninle paylaşması gibi bir şey. sen paylaş, elbet birileri anlamaya çalışacaktır. bunun tek yolu bahsettiğin türden herhangi bir topluluğa katılmak değil. yazmak ve birinin yorum yapması da başka şeyler anlamana yardımcı olabilir. anladıkça anlatabilirsin, anlattıkça anlarsın ve bu su hiç durmaz.

öpüyorum.

negatif dedi ki...

(o kadar uzun yazmışım ki tek yoruma sığmadı.)