Bazen aklıma mukayyet olmanın büyük bir zaaf olduğunu düşünmeden edemiyorum. Aklın tahakkümü hissederken, bundan kurtulmuş olduğumu varsaydığımda, sahiden de algı kapılarının olmaması durumunda her şeyin olduğu gibi yani sonsuz görünebileceğini düşünürüm. Bu kestirilemez sonsuzluk hissi bir tür yükselme ile gelir; aklın duvarlarından birisini aşarken, tam da o esnada, diğer duvarların da tepesinden uzaklarda bir ufuk belirir. Diğer belirmeler gibi yaklaştıkça keskinleşmez üstelik bu. Nitelendirilemezse de varlığı şüphe götürmez. Tüm varlık ve gerçekliğe yeniden –yeni bir gözle- bakmayı sağlayan bir tür paradigma belirir, bu artık geri dönüşsüz bir yaklaşımdır.
Aklın duvarlarının kendime görünen yüzünde oluşturduklarımı gerçek olarak adlandırmam ne büyük bir aymazlıktır aslında. Oysa gerçeklik kavranabilir bir şey miydi ki onu göz önüne indirgemekle varlığını hissedebilmek mümkün olsun. Nihayetinde gerçeğin bir parçası olarak indirgenebilen tek şey bizatihi kendi varlığımdan başka ne olabilirdi ki.
Kavranabilen ve aslında kavranamayan, yani gerçekliğe en yakın şey belki de şu anda, şimdide gizlidir. Her şey şu an, şimdi oluyor, belki de olmuyor, kim bilir? Kimse bilemez. İşte bu yüzden bilmemek işlerlik kazanıyor. Burada ve şu anda! Şu hayatta bundan daha emin olabilecek neyimiz olabilir ki başka?
Niye geçmişteyim yahut gelecekte bilemiyorum ama bildiğim bir şey var ki tüm bunlar aklıma mukayyet olmamdan oluyor.
2 yorum:
çoğu insanın aklına mukayyet olmaya ihtiyacı olmuyor. belki de bu yüzden bu çaba bir zaafa dönüşmüştür. kalabalıklar ayrıksıları iter, dışarı atar. tam da o zaman aklına mukayyet olmaya ihtiyaç duyar insan.
Bazen, bazen işte.
Yorum Gönder