31 Ağustos 2012 Cuma

aman safça öz sevgimize zeval gelmesin


Freud’un iki satırda özetlediği, birbirini takip eden dönüm noktalarını işaret eden bu süreçler, her ne kadar freud’un kendi gözünde bir darbe olarak nitelendirilmişse de, aradan asırlar geçmesine rağmen, bu darbelerin pek de sarsmadığı yaşayışlarımız/değerlerimiz aynen eskisi gibi devam ediyor. İnsanlık nezdinde bir darbe olarak pek kabul görmeyen, yalnız bilim açısından ve bilim adamları tarafından darbe olarak kabul gören, sadece akademik bir çevreyi ilgilendiren bir takım kavramlar olarak kalıyorlar her seferinde. Fakat bunlar insanlığı doğrudan ilgilendiren şeyler bence. Tek tek her bir bireyi ilgilendiren, dahası insanın kültürel mirasında çığır açacak ilerlemeler sağlaması gereken, gelecek nesilleri bizden birkaç adım öteye taşıması gereken bilgiler. Fakat pek bir değişim olmamış/olmuyor, günümüzde de görünen bir şey yok, insanlık hep atıl bir şekilde kalıyor. Her seferinde, bilim açısından ve bilim adamları tarafından, insanlığı değiştirecek, yeni bir düşünsel yapı oluşturacak beklentisi suya düşmüş gibi oluyor, her seferinde insanların bağnazlıklarının kökü çok derin çıkıyor ve bunlar bir türlü sökülüp atılamadan günümüze kadar yaşıyor/geliyor. Ve böyle de devam edecek gibi görünüyor.

Sonuç olarak, en son darbe açısından düşünürsek (psikanaliz darbesi) , geçtiğimiz bir asır boyunca, psikanalizi öğrenmiş olan belli bir akademik çevre ile psikanalizin konusu olan koca bir insanlık ayrımı söz konusu. Günümüzde, bu denli fazla bilginin olduğu bir ortamda (bilginin kolay erişilebilirliği de göz önünde bulundurulursa), insanlar, yaşamak için gereksiz eğitimlerle donaltılıp, kendisi için son derece gereksiz bilgilerle bir şeylere hizmet ederken, en önemli bilgiden, yani kendinden, kendi varoluş bilgisinden yoksun kalıyor. Hayat bilgisi, en çok hizmet etmesi gerekene, yani kendine hizmet etmiyor ve kendinden, gerçeğinden kaçmaya çalışarak büsbütün bir psikanaliz konusu olup çıkıyor söz gelimi. Bu dönüm noktaları bir şekilde insanlığı ilgilendirmeyen, bir bireyin yaşayışını ilgilendirmeyen bir bilgi olarak hep dışarıda kalıyor.

Bir insan kendi bilgisini bilmezse, doğumundan bu güne kadar kendisini şekillendiren etkenleri ve süreçleri kavrayıp, bunun bugüne yansımalarını idrak edemezse; bununla ilerisi için deneyim sağlayıp geleceğini şekillendirecek bir benlik inşa etmeye çalışmazsa, yaşamının anlamına nasıl bir cevap verebilir ki? Bu çok ağır bir soru mu bilmiyorum ama kendi adıma yaşamaktan anladığım şey bu soruya yanıt arama serüveni gibi diyebilirim. Hep kendimi bir bütün olarak kavrayabileceğime olan inancım, doğrudan yaşama karşı inancım oluyor sanki. Bu doğrultuda, bu arayışıma küçük yanıtlar oluşturacak, parçalarımı bulduğum her bir bilgi beni fazlasıyla ilgilendiriyor ve eğer bunlar benim dışımda kalırlarsa, kendimi hayatın dışında kalmış hissedebilirim.

2 yorum:

negatif dedi ki...

kendimizi bütün olarak kavramaya çalışırken gözden kaçırdığımız bir husus sorunlara çözüm bulmaya odaklanıp sorunsuz görünen kısımlardaki eksiklikleri gözden kaçırmamız(mış).

alter ego dedi ki...

benim derdim daha çok kişi tarafından var olduğu bilindiği halde yokmuş gibi davranmak zorunda kalınan şeyler üzerine. sorunlu göründüğü halde "evet sorunlu ne olacak ki" durumu. sorunsuz görünen kısımlar en azından bilinen, göz göre göre yapılan şeyler değil. gözden kaçırmak her zaman olur, her durumda olur. mühim olan gözden kaçmamış olanları görmek. burnunun dibini göremiyor artık insanlar.