Bu tarz filmler yapmak zor olmalı diye düşünürüm hep. Zira
büyük bir meydan okuma hikayesi varsa elinizde ve verdiğiniz mesaj büyükse,
bunun kusursuz olması gerek, en ufak hata affedilmez. Duygu sömürüsü ile, samimiyetsizlikle suçlanır.
Şimdi dramatik bir durum ile komedi yaratarak izleyenleri
alaşağı etmesinden ziyade ben bu filimi samimi kılan, iki uç noktayı birbirine
kaynaştırmaktaki ustalıklara değinmek istiyorum. İki uç yaşamın kesiştiği
dostluğu öylesi bir perspektiften gösteriyor ki, aslında o kadar uç olmayan,
aralarda sıradan yollara inat kestirme köprüler olan bir bağ var. Başlangıçta
Philippe tekerlekli sandalyeye mahkum olmasına rağmen yaşama iradesini
olumsuzlamamış, kendini geliştiren, dışa dönük, alaycı bir karakter. Sadece bu
bile Driss ile arasında bir köprü oluyor. Zira Driss de zor koşullarına rağmen yaşamdan
zevk alan bir mizaca sahip. Bu ortak noktada dostlukları gelişince hikaye
samimi bir hale bürünüyor. Philippe’in tekerlekli sandalye mahkum oluşu da,
Driss’in onun bakıcısı olması da zamanla filmin hikayesinde zihinlerimizden
siliniyor ve geriye sadece onların dostlukları kalıyor. En sonunda da bu
dostluğun bıraktığı tad ve bir tebessüm haliyle film bitiyor.
Philippe zenginliğinin ve bunun getirdiği sosyal düzeyin keyfini süremeyecek bir durumda olduğu aşikar. Hali hazırda sağlığı yerindeyken
bile adrenalin işlerine atılmış ve paraşüt kazasında felç olmuş olması
manidar bu açıdan. Bu yüzden onun karakterine en yakın olan, kendi aristokrat
çevresindeki sıkıcı insanlardan ziyade, aşağı tabakadan basit fakat neşeli bir
insan oluyor. Aristokratların geliştirdiği değerler artık öylesine bir düzeye
ulaşmış ve yaşam normunu öylesine bir pragmatik hale getirmiş ki bunun
içerisinde hele ki tekerlekli sandalyede var olabilmek Philippe için zor,
mizacına ters bir durum. Mesela bir tuvalin üzerine sıçratılmış birkaç kırmızı
boyanın binlerce euro ettiği bir değerden bahsediyoruz. Gözün gördüğünden,
gönlün hissettiğinden daha derin anlamlar yüklemek neyi değerli kılmış ki? Hem
Philippe değil mi ki bunca varlığın içinde sakat kalmış, böylesi düz ve basit
bir kadere mahkum olmuş? Bu hayatı derinleştirmenin manası nedir ki? Aksine
basitleştirmeli, gözün gördüğüne, gönlün hissettiğine indirgemeli. Driss
dostluğu ile bunu sağlıyor işte.
Trajedi her zaman insanı kaderine razı etmeye zorlar, yaşamı
karamsar hale getirir. Komedi ise daha çok yaşamı iyimser kılar. Karamsar bir
yaşamın gelecekten yana umut dolu olması pek mümkün değilken, iyimser bir yaşam
gelecekten yana umut dolu olur. Philippe iyimser olmaya meyilli yaradılışı ile,
gelecekten yana umutlanması gerek fakat bunu gerektiren koşullardan yoksun. Mesela
bir sahnede Driss’in “senin yerinde olsam intihar ederdim” demesi; yani bu
tabloda iyimser olunamayacağı, gelecekten yana umutsuz düşüp hayata son
vermenin daha makul olacağını ifade etmesi çok manidardır. Philippe ise “bu
halde bile insan intihar edemiyor işte” diyerek aslında onun Driss’ten dahi iyimser olduğunu, ve
geleceğinden yana umutlu olduğunu açıkça gözler önüne seriyor.
Diğer yandan Philippe durumunu kabullenmiş bir şekilde
iyimserliğini koruyacak kadar da gerçekçi. Mektuplaştığı kişi ile buluşamayacak
kadar gerçeğini biliyor. Driss ise bu konuda dahi ileriye götürmekte direniyor
ve son sahnede ona sürprizini yapıyor. Önce Philippe kendini "pragmatik" olarak tanımlaması ve daha sonra Driss'in de bu tanımlamayı kullanması aslında iki insan arasındaki faydanın, yaşamı olumlayan doğrultudaki faydada yattığını simgeliyor tabi burada ve tanımlamayı dostluklarıyla gerçek yapıyorlar.
Hakkında çokça şey yazılır aslında da... neyse artık ben bişey
demiyorum.