sizi bilmem ama bence
ara ara kaybetmeli insan kendini
bulabilmek için koyduğu yere
belki insanlık nezdinde
affolmazsa da bu davranış
ama kendi nezdinde
affolmazsa da bir kişi
bitmiştir işte onun işi
çünkü bulmanın yoludur kaybetmek
arıyorsa eğer
aramıyorsa zaten
bitmek bir yana
israf olmuştur
saçmalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
saçmalık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
31 Temmuz 2012 Salı
24 Ocak 2012 Salı
aslında
Diyelim ki yıllar boyunca her gün kahve içtiğiniz bir fincan size bir gün bir çay bardağı olarak görünüyor. Ne yapardınız? İlk önce gözlerinizi ovuştururdunuz. Sonra oturup düşünürdünüz bunun nasıl böyle olduğunu. Derken tekrar baktığınızda onun eski fincanınız olduğunu görürseniz peki? Eh gördüğüm bir yanılsamaydı sadece der geçiştirirsiniz değil mi? Peki bu başka bir gün tekrar olursa? Daha sonra bir gün tekrar ve tekrar olursa. Ve sonra da hayatınızdaki her şey böyle sürekli değişip bir başka görünürse size? Akıl hastası olduğunuzu düşünürsünüz değil mi?
Sadece somutlaştırmak istedim bu saçma örnekle. Soyut düzeyde de bu şekilde muhakememizi sürekli yitiririz. Ama hep bir yanılsama olduğunu varsayıp üzerine düşünemeyiz. Somut düzeyde sabitimiz hep mesnetlidir. Duyularımız yanıltmaz bizleri. Ama soyut düzeyde, düşündüğümüz şeylerin sabiti hep mesnetsizdir. Bir düşündüğümüz, başka bir düşündüğümüzle çeliştiği takdirde, gözlerimizi ovalamayız bile ve çok kısa sürer şaşkınlığımız. Daha sonra yine kendimizi yalanlarsak ve bunu sürekli yinelersek, yine de garipsemeyiz. Hatta gittikçe garipseme eşiğimiz düşer ve hiç üzerine düşünmeye değer bulmayız sonra…
Bizi somut düzeyde akıl sağlığımızdan şüphe etmeye götürürken, soyut düzeyde bir de buna gelişim deriz ya üstelik. Yetmezmiş gibi bir de yalanladıklarımızın tümü bir tür utanç olarak dönerler ve örselerler bizi. Bu düşünsel muhakememizi yitirince vicdan muhakememizi de yitiririz sonra. Vicdanımız bir tür terazidir çünkü; doğru ve yanlışlarımızı belirlediğimiz. Bu vicdan terazimizin de sabitini koyacak bir yer bulamayız sonunda.
Yadsıdığımız bu tür şeyler, bir zaman önce bize ait olan ve sabitimiz olan bu şeyler, aslında hiçbir zaman yok olmazlar. Ve aslında utanç da bunların yok olmaması için birer doğal refleks gibi işler. Tam da burada gelişimden söz edilebilir aslında. Çünkü gelişimin, sürekli üzerine bir ekleme ile ilerlediğini varsayarsak, bir öncekini yadsımakla temeli sarsmış oluruz. Utanç temeli daima korur. Bunu yaparken de örseler bizi. Tıpkı bir yara gibidir; bizi korumak için acı veren.
Milyonlarca yıllık mirasımız olan biyolojimiz, nasıl ki bizi hiçbir farkındalık sahibi olmadan yaşatıyorsa, düşüce yapımız da böylesi bir mirastan nasibini almış gibidir. Düşüncemizi şekillendiren ahlaki değerlerimizi bu güdü ile inşa etmiş gibiyizdir. Fakat ne zaman ki bir devrim ile ahlak inşa edilir, ne zaman ki bu ilerlemeye yapay bir müdahale söz konusu olur, işte o zaman doğal ilerleme sekteye uğrar ve bizim pusulamız da şaşar. Bu pusulanın gösterdiği yönde ilerleriz uzun bir süre. Fakat bu ilerleme doğrultusunda, içimizdeki bir hissiyat da, sürekli yanlış yöne doğru ilerlediğimize kapılır. Ahlak bu hissiyatı sürekli hizasına çekerken, vicdan bu ayarı yemez. Ve vicdan ahlak ile ayrı düşmeye başlar.
Ahlaki olarak herkes herkesleşirken, vicdani olarak da herkes birbirinden ayrı düşmeye başlar. Çünkü vicdan özneldir, kendine hastır kişinin. Ahlak bir yerde maske olup da maskara ederken bizi birbirimize, vicdanımız için sabitimizi hep daha bir büyük çaba ile ararız. İşimiz zorlaşsa da, hep bizi var eden bir güdü bunu yapar. Neticede insan olmaktan başka bir şansımız yoktur. Her şey sadece buna değer, bir başka şeye değil.
Aslında her şey çok basit. Hiçbir sanrı da temelsiz değil. Ben şu an bu satırları yazarken, müthiş saçmaladığımı hissediyorsam eğer, bu şüphesiz ki hissettirildiği için oluyor. Fakat her şeyiyle, saçmalamam da benimdir ve vicdanidir. Bir gün bir fincanı bir çay bardağı olarak görürsem, bundan dolayı nasıl ki kendimle hesaplaşmak zorundaysam, düşünsel olarak vardığım ve ifade ettiklerim için de yine kendimle hesaplaşacağım. Bunlar bir farkındalıktır neticede. Belki mesnetsiz ama kesinlikle vicdani.
Ve herkes herkesleşirken, ne olur ideal sabiti kendisi addedip de, vicdanını bastırmaya çalışmasın. Ahlak öldü bunu biliyoruz. Bundan sonra vicdanla yol almak gerektiğini de bilmeliyiz belki...
Not: Fincan örneği önümde duran bir fincan üzerine verilmiş bir örnekten ibaret.
Sadece somutlaştırmak istedim bu saçma örnekle. Soyut düzeyde de bu şekilde muhakememizi sürekli yitiririz. Ama hep bir yanılsama olduğunu varsayıp üzerine düşünemeyiz. Somut düzeyde sabitimiz hep mesnetlidir. Duyularımız yanıltmaz bizleri. Ama soyut düzeyde, düşündüğümüz şeylerin sabiti hep mesnetsizdir. Bir düşündüğümüz, başka bir düşündüğümüzle çeliştiği takdirde, gözlerimizi ovalamayız bile ve çok kısa sürer şaşkınlığımız. Daha sonra yine kendimizi yalanlarsak ve bunu sürekli yinelersek, yine de garipsemeyiz. Hatta gittikçe garipseme eşiğimiz düşer ve hiç üzerine düşünmeye değer bulmayız sonra…
Bizi somut düzeyde akıl sağlığımızdan şüphe etmeye götürürken, soyut düzeyde bir de buna gelişim deriz ya üstelik. Yetmezmiş gibi bir de yalanladıklarımızın tümü bir tür utanç olarak dönerler ve örselerler bizi. Bu düşünsel muhakememizi yitirince vicdan muhakememizi de yitiririz sonra. Vicdanımız bir tür terazidir çünkü; doğru ve yanlışlarımızı belirlediğimiz. Bu vicdan terazimizin de sabitini koyacak bir yer bulamayız sonunda.
Yadsıdığımız bu tür şeyler, bir zaman önce bize ait olan ve sabitimiz olan bu şeyler, aslında hiçbir zaman yok olmazlar. Ve aslında utanç da bunların yok olmaması için birer doğal refleks gibi işler. Tam da burada gelişimden söz edilebilir aslında. Çünkü gelişimin, sürekli üzerine bir ekleme ile ilerlediğini varsayarsak, bir öncekini yadsımakla temeli sarsmış oluruz. Utanç temeli daima korur. Bunu yaparken de örseler bizi. Tıpkı bir yara gibidir; bizi korumak için acı veren.
Milyonlarca yıllık mirasımız olan biyolojimiz, nasıl ki bizi hiçbir farkındalık sahibi olmadan yaşatıyorsa, düşüce yapımız da böylesi bir mirastan nasibini almış gibidir. Düşüncemizi şekillendiren ahlaki değerlerimizi bu güdü ile inşa etmiş gibiyizdir. Fakat ne zaman ki bir devrim ile ahlak inşa edilir, ne zaman ki bu ilerlemeye yapay bir müdahale söz konusu olur, işte o zaman doğal ilerleme sekteye uğrar ve bizim pusulamız da şaşar. Bu pusulanın gösterdiği yönde ilerleriz uzun bir süre. Fakat bu ilerleme doğrultusunda, içimizdeki bir hissiyat da, sürekli yanlış yöne doğru ilerlediğimize kapılır. Ahlak bu hissiyatı sürekli hizasına çekerken, vicdan bu ayarı yemez. Ve vicdan ahlak ile ayrı düşmeye başlar.
Ahlaki olarak herkes herkesleşirken, vicdani olarak da herkes birbirinden ayrı düşmeye başlar. Çünkü vicdan özneldir, kendine hastır kişinin. Ahlak bir yerde maske olup da maskara ederken bizi birbirimize, vicdanımız için sabitimizi hep daha bir büyük çaba ile ararız. İşimiz zorlaşsa da, hep bizi var eden bir güdü bunu yapar. Neticede insan olmaktan başka bir şansımız yoktur. Her şey sadece buna değer, bir başka şeye değil.
Aslında her şey çok basit. Hiçbir sanrı da temelsiz değil. Ben şu an bu satırları yazarken, müthiş saçmaladığımı hissediyorsam eğer, bu şüphesiz ki hissettirildiği için oluyor. Fakat her şeyiyle, saçmalamam da benimdir ve vicdanidir. Bir gün bir fincanı bir çay bardağı olarak görürsem, bundan dolayı nasıl ki kendimle hesaplaşmak zorundaysam, düşünsel olarak vardığım ve ifade ettiklerim için de yine kendimle hesaplaşacağım. Bunlar bir farkındalıktır neticede. Belki mesnetsiz ama kesinlikle vicdani.
Ve herkes herkesleşirken, ne olur ideal sabiti kendisi addedip de, vicdanını bastırmaya çalışmasın. Ahlak öldü bunu biliyoruz. Bundan sonra vicdanla yol almak gerektiğini de bilmeliyiz belki...
Not: Fincan örneği önümde duran bir fincan üzerine verilmiş bir örnekten ibaret.
10 Kasım 2011 Perşembe
ders çalışmak



Bugün yeniden ders çalışmaya başlıyorum. Dün internetten 70 liralık kitap siparişi verdim. Benim ayarımda bir bütçeye sahip olan birisi için fazla bir para. Evdeki daha önceden çözmüş oldum onlarca kitap da cabası. Onları da adeta boğazımdan keserek almıştım zamanında. Varsa yoksa yayınevlerini zengin ediyoruz. E yapacak bir şey yok diyorum kendi kendime herkes gibi. Daha önceki sınava aylarımı vermiştim ve düşündüğüm tek şey “birkaç aylık sıkıntı çekip, sonra refaha ereceğim” idi. Peki sonuç; dönüp dolaşıp aynı yere geldim. Şimdi de stratejim aynı; “şurada birkaç aylık sıkıntı çekip sonrasında refaha ereceğim” Belki de bu son olur. Belki de daha yeni başlıyorumdur. Ah şu kader! Nasibimde varsa olur!
Hayat sıkıcı eyvallah, bunu kanıksadım artık ama diğer yandan da hayat müthiş bir saçmalık ve bunu nasıl bu hale getirebilmişiz şaşıyorum. Hayat diyorum çünkü artık birçoğumuzun hayatı bundan ibaret. Ders çalışacağım için internette insanlar bu konuda neler yapıyorlarmış, hangi kitaplarla çalışıyorlarmış diye araştırıyordum. Öyle şeyler gördüm ki işin ne kadar korkunç bir boyuta ulaştığına tekrar tanık oldum, boğazım düğümlendi ve ağlamamak için zor tuttum kendimi. Adam ders çalışma olayını bitirmiş artık işin bilimsel boyutlarına girmiş. İş öyle bir noktaya geldi ki artık, sınav sorusunu hazırlayanlardan daha yetkin olmaya, onların hazırlayıp hazırlayabileceği tüm soru ihtimallerine hazırlıklı olmaya çalışılıyor. Ezberlemek için insanlar kendilerini eğitiyorlar. Ezberlemek ki insanın en büyük aptallığıdır. Aptallaştırmaya çalışıyoruz kendimizi. Çünkü aptallığın erdem olduğu bir çağda yaşıyoruz. Ama yapacak bir şey yok. Tony Buzan’ın hafıza geliştirici metotlarıyla çalışmalardan tutun da, günün hangi saatlerinde çalışılmalıdan tutun da, yenecek yiyeceklere kadar. İnsanların artık yiyecekleri yiyeceğe kadar bu saçmalığa itaat ederek yıllarca yaşayabiliyorlar ve daha da yaşayacaklar. Bunun sonu da yok maalesef. Albert Camus’nun dediği gibi; duvarların arkasında yaşayan zavallı köpekleriz. Adeta tasmayla bağlandığımız odamızdan dışarı çıkamıyoruz, yiyeceğimiz yemeği bile sahiplerimiz belirliyor.
Birisi bir soru soruyor; şöyle mi çalışsam, şu yayın nasıldır?...
Diğeri ona cevap veriyor; ohoo sen daha yenisin herhalde, sen ancak 2016 sınavında çözersin bu işleri :) Ben 8. kez hazırlanıyorum naabeerr :) Senin daha çook yolun var!
Nasıl bir boka batmışız böyle yazık bize. İnsanlar battıkları bu boktan kafalarını bir kaldırabilseler ne durumda olduklarını görebilecekler de. Biz ne yapıyoruz böyle yahu diyebilecekler ama... ama…
Ama kimsenin bir şey dediği yok. O zaman ne diyorum yine; yapacak bir şey yok!
Evet şimdi ders çalışmaya gidiyorum. Saat 10’da başlamalıyım çünkü program yaptım kendime. Hangi saatte yemek yiyeceğim, hangi saatte uyuyacağım her şeyi yazdım. Çünkü ben de bir insanım; duvarın ardındaki zavallı köpeğim. Yazımı şöyle bitirmek istiyorum; Hav Hav!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)