varoluş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
varoluş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Mart 2012 Pazartesi

olmak ya da olmamak, yalan olmak ya da olmamak

biz tepeden tırnağa kendi denetimimizi yapıyoruz. peki neden? bu yetkiyi bize kim veriyor? bizi biz yapan kaynaklara gitmek gerek belki burada. 

bu denetim yanlışa aman vermiyor. yanlışa tahammül edemiyoruz. bu da sonunda insan olmanın gereği kusurlu olan varlığımızı katlanılmaz hale getiriyor. her şey için böyle; mesela önümüzde bir üzüm varsa, onu yememiz için illa ki bağını bilmemiz gerekiyor. halbuki üzüm önündeyse onu yersin. üzüm yenmek içinse, ve yaşamak için yememiz gerekliyse, başka bir bağıntı yoktur ortada. basit düşünce bunu emreder. basit insanlar böyle düşünürler. insanların davranışlarını güdüleyen şey bu kadar basittir. onları tepeden tırnağa var eden şey budur. fazlası değil. tüm kapılar buna çıkar.

bizler ise tepeden tırnağa kendi varoluşumuzla uğraşıyoruz. düşünüyoruz. seyrediyoruz insanları. işte burada açığa çıkan bir soru var; “kendilerine nasıl inanıyorlar?” kendileri diyoruz, sonra da nasıl inandıklarını anlayamıyoruz. yalan olduklarını düşünüp, bir de “kendi”lik bahşediyoruz onlara. kendi varsa yalan-gerçek gibi bir ayrım kalmaz ki. düşünüyorum öyleyse varım kadar basit bir şey bu.

burada bize yalan gelen en büyük şey; “kendi” olabilmeleri değil de ne? biz kendimize bir “kendi”lik bahşedemezken, varoluşumuzu bir türlü gerçekleştiremezken, bunu insanlara nasıl da giydirebiliyoruz? ondan sonra da “yalan” diyoruz. yalan olacak tabi. çünkü bizde olmayan şey yalandır. bu kadar basit. bu yüzden de “kendi yalanları” diye bir şey söz konusu değil. kendi varsa zaten yalandır o bizim için. “kendine inanmak” meselesini de tam olarak buradan bağlamalıyız; “kendine inanmak = yalana inanmak” pek farklı şeyler değiller. burada yalanın ifade ettiği şey çok önemli.

ifade ettiği şey için başa dönmek lazım; bizi biz yapan kaynağa. bizi denetim altına alan, sürekli kendimizi yargılama yetkisi veren bu kaynak. ben son zamanlarda bunu yadsımaya çalışıyorum. kendimi var etmenin bir yolu olarak ışık gördüm burada. dedim ki; madem ben bir “kendi”lik yaratamıyorum, bu çok da zor olmaz benim için. belki düşündüğüm gibi gitmez. belki kontrolü tamamen yitirebilirim. fakat kaybedecek pek bir şeyim olmadığını düşünüyorum. belki bunu yadsırsam, yalan olan birçok şeyi gerçek olarak lehime çevirebilirim. çünkü şu an benim için çoğu şey yalan. ve gerçeğim azaldıkça ben de azalıyorum.

aslında her şey çok basit. üzüm yiyeceğiz, bağ ile işimiz yok.
bundan sonra basit olamayız, ama belki yalan olabiliriz. nasıl olacak bilmiyorum ama...

30 Aralık 2011 Cuma

altı çizili satırlar - kürk mantolu madonna

Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna
(YKY Yayınları - Sayfa 127)

... Şimdiye kadar zannettiğim gibi, kitleden ayrılmanın bir hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum. Bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. Ben neydim? Ruhum, bir ağaç kurdu gibi beni kemirmekten başka ne yapıyordu? Şu ağaçlar, onların dallarını ve eteklerini örten karlar, şu ahşap bina, şu gramofon, şu göl ve üzerindeki buz tabakası ve nihayet bu çeşit çeşit insanlar hayatın kendilerine verdiği bir işi yapmakla meşguldüler. Her hareketlerinin bir manası vardı, ilk bakışta göze görünmeyen bir manası. Ben ise, dingilden fırlayarak, boşta yuvarlanan bir araba tekerleği gibi sallanıyor ve bu halimden kendime imtiyazlar çıkarmaya çalışıyordum. Muhakkak ki dünyanın en lüzumsuz adamıydım. Hayat beni kaybetmekle hiçbir şey ziyan etmeyecekti. Hiç kimsenin benden bir şey beklediği ve benim hiç kimseden bir şey beklediğim yoktu.

İşte bu andan itibaren bende, hayatımın istikametine hakim olan değişme başladı. Lüzumsuzluğuma, faydasızlığıma bu andan itibaren inandım. Ara sıra hayata tekrar döner gibi olduğum, yaşadığımı zannettiğim oldu. Hatta bunları düşündükten birkaç gün sonra, yepyeni bir vaziyet, beni bir müddet için tesiri altına aldı ve oyaladı. Fakat ruhumun en derin bir köşesinde bu kanaat yeryüzünün bana ihtiyacı olmadığı kanaati, her zaman için yerleşip kaldı. Hiçbir hareketim onun tesirinden kurtulamadı; ve bugün de, aradan bu kadar uzun seneler geçtiği halde her şeyi, bilhassa cesaretimi büsbütün kırarak beni etrafımdan tamamen uzaklaştıran o anın bütün teferruatını, hatırlıyorum; o zaman kendi hakkımda verdiğim hükümlerde hata etmiş olmadığımı görüyorum...