biz tepeden tırnağa kendi denetimimizi yapıyoruz. peki neden? bu yetkiyi bize kim veriyor? bizi biz yapan kaynaklara gitmek gerek belki burada.
bu denetim yanlışa aman vermiyor. yanlışa tahammül edemiyoruz. bu da sonunda insan olmanın gereği kusurlu olan varlığımızı katlanılmaz hale getiriyor. her şey için böyle; mesela önümüzde bir üzüm varsa, onu yememiz için illa ki bağını bilmemiz gerekiyor. halbuki üzüm önündeyse onu yersin. üzüm yenmek içinse, ve yaşamak için yememiz gerekliyse, başka bir bağıntı yoktur ortada. basit düşünce bunu emreder. basit insanlar böyle düşünürler. insanların davranışlarını güdüleyen şey bu kadar basittir. onları tepeden tırnağa var eden şey budur. fazlası değil. tüm kapılar buna çıkar.
bizler ise tepeden tırnağa kendi varoluşumuzla uğraşıyoruz. düşünüyoruz. seyrediyoruz insanları. işte burada açığa çıkan bir soru var; “kendilerine nasıl inanıyorlar?” kendileri diyoruz, sonra da nasıl inandıklarını anlayamıyoruz. yalan olduklarını düşünüp, bir de “kendi”lik bahşediyoruz onlara. kendi varsa yalan-gerçek gibi bir ayrım kalmaz ki. düşünüyorum öyleyse varım kadar basit bir şey bu.
burada bize yalan gelen en büyük şey; “kendi” olabilmeleri değil de ne? biz kendimize bir “kendi”lik bahşedemezken, varoluşumuzu bir türlü gerçekleştiremezken, bunu insanlara nasıl da giydirebiliyoruz? ondan sonra da “yalan” diyoruz. yalan olacak tabi. çünkü bizde olmayan şey yalandır. bu kadar basit. bu yüzden de “kendi yalanları” diye bir şey söz konusu değil. kendi varsa zaten yalandır o bizim için. “kendine inanmak” meselesini de tam olarak buradan bağlamalıyız; “kendine inanmak = yalana inanmak” pek farklı şeyler değiller. burada yalanın ifade ettiği şey çok önemli.
ifade ettiği şey için başa dönmek lazım; bizi biz yapan kaynağa. bizi denetim altına alan, sürekli kendimizi yargılama yetkisi veren bu kaynak. ben son zamanlarda bunu yadsımaya çalışıyorum. kendimi var etmenin bir yolu olarak ışık gördüm burada. dedim ki; madem ben bir “kendi”lik yaratamıyorum, bu çok da zor olmaz benim için. belki düşündüğüm gibi gitmez. belki kontrolü tamamen yitirebilirim. fakat kaybedecek pek bir şeyim olmadığını düşünüyorum. belki bunu yadsırsam, yalan olan birçok şeyi gerçek olarak lehime çevirebilirim. çünkü şu an benim için çoğu şey yalan. ve gerçeğim azaldıkça ben de azalıyorum.
aslında her şey çok basit. üzüm yiyeceğiz, bağ ile işimiz yok.
bundan sonra basit olamayız, ama belki yalan olabiliriz. nasıl olacak bilmiyorum ama...
2 yorum:
sanırım ancak başkası için bir yalan olabilirsin. kendine inanmak = yalana inanmaktır diye düşünmüyorum ben. kendi yalanına inanmak başkasının gözlemiyle ortaya çıkmış bir durum. yani ben kendime yalanlar söylüyorum da ona inanıyorum diyemem, ama bir başkası benim için bunu söyleyebilir. ama bu noktada "kendine dışarıdan bakabilen" bir başka yaratık - başka "kendi", ortaya çıkabiliyor. zaten varlar yani. bir insan her koşulda aynı olan tek bir insan olamaz. bu yüzden çatışır kendisiyle, bu yüzden bu kadar çelişir. kendileriyle arasındaki dengeyi kuramadığında (neyin arasındaki? asıl kendi diye bir şey yok, bir bütündür o; parça-kendileriyle bütünün arasındaki dengeden bahsediyorum) dışındakilerle de çatışır. kendini oluşturanlardan sıyrılamaz belki ama dışındakilerden sıyrılabilir. git der, giderler. ve ben şu an bu konuda saatlerce bir sürü safsata üretebilirim. belki çok küçük bir bölümü doğru olarak kabul edilebilir. o kısmıyla ilgilenmiyorum pek.
yalan, sözle ilgili bir kavram. yüksek sesle söyleyince bu daha iyi anlaşılıyor. söz, her insanın biricikliği gibi. bir insanın hayatı boyunca söylediklerini toplasak, bir araya getirsek herkesin farklı şeyler söylediği ortaya çıkar. çok fantastik şeyler bunlar.
kendimize inanmak, kendi yarattığımıza (nesnelerin ve nesne olmayan varlıkların bize sunduklarının dışında bizim onlar için uygun gördüğümüz anlama, gerçekliğe, algılayışımızdaki sadece-bize-özel izlere vb.) inanmamız demektir. insan kendini de yaratır. tek başına yapmaz bunu ama büyük oranda kendisi yapar.
uykum geldi, devam etmeyeceğim daha fazla.
son söz: üzüm önüne geliyorsa onu yersin ama üzüm kendiliğinden önüne gelmez. bir şekilde gelmiştir. basit düşünce şudur: ölüyorsan git ağaç kabuğu ye, üzümün sana faydası yok. belki tadından dolayı üzüm bu kadar popülerleşti ama bazen zehir de insanı hayatta tutar. kinin gibi.
yani şudur demek istediğim: ölüyorsan önünde üzüm yoktur, varsa da değeri yoktur. gidip ağacı bulman gerekir. kabuğunu emip kinini yani o zehiri tatman gerekir. bana kalırsa insan bu yüzden sorar üzümün bağını. asma yaprakları da güzel sarma olur. bağını sormasaydık olmazdı değil mi?
bana saçmalama fırsatı verdiğin için çok teşekkür ederim. gözlerinden öperim. saygılar, sevgiler.
sevgili negatif,
öncelikle kendi olmak = yalan olmak derken yanlış mı ifade ettim diye tekrar okudum ve sanırım yanlış ifade etmişim. bunu tekrar açacağım;
elbette ki bu karşıdakinin gözlemine dayalı bir şey. ben de burada kendi çatışıklığım ile karşımdakinin gözlemindeki çatışıklığı irdelemek istedim. kendi üzerimdeki denetim dediğim şeyin yarattığı sıkıntıdan bahsetmek istedim. burada kendi üzerimdeki denetimi sen başka bir “kendi”lik olarak yorumlamışsın ve bu ile asıl olan kendilik çatışır demişsin. ben bunu ayrı düşünmedim ve bunu stabil bir “kendi”lik olamama durumu olarak gördüm. bu çatışıklığı dışarı yansımasını düşündüm bir de. evet bu çatışıklık ile insan kendindeki birçok şeyi irdeleyebilir, belki birçok şey için farkındalık yaratılabilir ama bunu dışarıya taşıyınca pek hoş olmuyor. kendimi yargılamam, denetlemem kimseyi ilgilendirmezdi fakat kendimi yargıladığım gibi insanları da yargılamaya başladığım yerde arıza oluyor. demek istediğim kendimi yalanlayışım ile her şeyi yalanlıyorum.
halbuki goethe’nin dediği gibi insan kendini insanda tanır gibi bir yordam var. ben kendi çatışıklığımı insanlara karşı kullanmaktansa, insanları kendi çatışıklığımı dindirmek için kullanabilirim. sağlıklı insan böyle yapar diye düşündüm. kendi ile uğraşmaktansa insanlarla uğraşır, kendini insanlara ifade etmeye çalışır filan. bu da bir varoluş şekli. kendimi anlatabilirim söz gelimi; ben şöyle bir insanım, ben böyle bir insanım diye konuşabilirim sürekli. belki de böylece bir “kendi”lik yaratabilirim. insanlara öyle anlattım diye öyle olmaya çalışabilirim. bir şeyler yaratabilirim yani. bu bir yaratmadır. işte yalan dediğim şey de tam olarak burada ortaya çıkıyor; bu anlattıklarım yalan mı? bunu sorgulamamalıyım. burada yalan ile gerçek aramak gerek. yalansam yalanım ve bırakayım da insanlar yalanlasın veya gerçeklesin beni. bunu kendi çatışıklığımda olduğu şekilde irdelememeliyim artık. böyle bişeyler demek istedim işte...
saçmalamak gerçekten güzel şey :)
değerlendirmen için çok teşekkür ederim. en içten saygı ve sevgilerimle…
Yorum Gönder