15 Ocak 2012 Pazar

the age of stupid

“Gezegeni tükettiğimizi bildiğimiz halde neden hala bir şeyler yapmıyoruz? Yoksa insanlığı korumaya değer bulmuyor muyuz?”

“Kendi neslini yok eden tek tür değiliz ama bunu bilerek yapan tek türüz”

Belgeselde geçen yukarıdaki sorunun cevapsız oluşu, aşağıdaki sonucun doğrudan sebebi gibi.

Norveç dolaylarında kurulu bir üste insanlık tarihi arşivleniyor. Bu görsel bir arşiv ve bunlar şu yaşadığımız zamana kadarki çeşitli haberler ve belgesellerin görüntülerinden oluşuyor. Sene olmuş 2055. Dünyada insanlık bitmiş. Bir adam bilgisayar karşısında. Bize, her gün televizyondan izlediğimiz haberlerle, bazı belgesellerle dünyanın sonunun nasıl da göz göre göre geldiğini anlatıyor. Dünya ısısının artması, seller, kasırgalar, buzulların erimesi, çölleşme vs. gibi birçok olayın 2000’li yıllarla birlikte nasıl hızla artış gösterdiğini, bazı insanların bunu bağıra bağıra dile getirdiği halde kimsenin nasıl da kulak asmadığını anlatıyor. Kurgu yok, gösterilen her şey bildiğimiz şeyler. Her gün haberlerde karşılaştığımız şeyler. Mesele de bu ya; tüm bunların şu an bize zırva gelmesi. Adam buna anlam veremiyor; her gün bu haberleri, bu belgeselleri izleyen insanlık nasıl bir şeyler yapmaz ve bile bile sonunun gelmesine seyirci kalır?

Bir bilim adamı belgeselde şöyle bir şey söylemişti; İnsanlık yakın zamanda gerçekleşecek tehlikelere karşı önlem alma eğilimindedir. Uzun zamanlı tehlikeler için şimdiden hazırlanmak, yaşamını ona göre değiştirmek insanlığa göre değildir.

Belgesel sadece bu görsellerden ibaret değil. Birçok açıdan değerlendirme de yapılmış. Kenya’da Shell’in petrol işletmeleri kurması ile oradaki insanların nasıl da canına okuduğunu, günümüz petrol tüketiminin önü alınmayan felaket öngörüleri ile tüm insanların bir gün oradaki insanlardan daha büyük felaketlere sürükleneceğini anlatıyor. İngiltere’de yenilenebilir enerji için rüzgâr değirmenleri kurma çabasında olan bir adamın nasıl da çabalarının boşa çıktığını, diğer yandan Hindistan’da havayolu şirketi kuran bir adamın çabalarının nasıl da başarıya ulaştığını karşılıklı tezatlarıyla değerlendiriyor. Yaşlı bir dağcının, çocukluğundan beri tırmandığı dağın zamanla ne hale geldiğini doğrudan onun ağzından anlatıyor. Doğa değişimlerini anlatırken, tüm bunların müsebbibi olan insanlığın da nasıl ahlaki bir değişime uğradığını, geleceğini düşünmeyen ve hunharca tüketen birer varlık olduğunu filan gayet güzel anlatıyor.

Özetle belgesel; “siz aynen böyle devam edin bir gün ebenizinkini göreceksiniz” şeklinde bir mesaj veriyor. Ama tabi ki bu belgesel de kendi kurgusu içinde bir başka kurguya dahil oluyor. Yani ileride dünyanın sonu gelirse ve böyle bir adam bu süreci oturup izlerse, muhtemelen bu belgesel de izleyecekleri arasında olacak. Bu belgesel de bundan başka bir işe yaramayacak. Tıpkı diğer belgeseller ve televizyonda izlediğimiz felaketler gibi.

Çünkü insanlık gerçekten buna değmez.

Hiç yorum yok: