15 Eylül 2011 Perşembe

la science des reves ( the science of sleep )

Dün negatif ile tekrar izlenmesi gereken filmlerin kritiğini yaptık. Benim de aklımda Michel Gondry’nin Tokyo! filmini izlediğimden bu yana The Science of Sleep’i izlemek vardı. Hatırlıyorum da birkaç yıl önce bu filmi ilk kez izlediğimde tekrar tekrar izleyeceğimi vaat etmiştim kendime ama ancak bugün izleyebildim işte.

Yaratıcı, acayip, sevimli, komik, eğlenceli, rengârenk, romantik, duygusal yani ne desem bilemiyorum ki bu film için. Çok şirin nesnelerle yapılmış imgeleriyle, çok değişik sahneleriyle, tuhaf karakteriyle her şeyiyle bambaşka, fantastik bir film. Çok özel bir yeri var bende. Şimdi tekrar izledim ama sonrasında yine tekrar izleyeceğimi vaat ettim kendime. Ama bu sefer arayı fazla açmamalıyım.

Her izlediğimde masallar âlemine dalıyorum. Rüya ve gerçeklik arasında gidip geliyorum tıpkı Stephane gibi. Kartondan yapılmış bir dünyaya seyahat ediyorum. Jelâtinden yapılmış bir denizin üzerinde, içinde orman olan bir kâğıt gemiye biniyorum midilli atıyla ve pamuktan bulutları olan bir gökyüzünün altında ilerliyorum.

Tıpkı Stephane’nın ki gibi rüyalar görüp de rüya ile gerçeği ayırt etmemeyi diliyor insan. Öylesi bir dünya ki; rüyada mı filmde mi izleyici de biraz bunu ayırt edemiyor adeta.

4 yorum:

nomen dedi ki...

Rüya Bilmecesi: Hakikaten benim için de sinematografik açıdan değişik ve keyifli bir deneyimdi bu filmi izlemek. Birkaç yıl oldu izleyeli ama, Stephanie'nin üç boyutlu çalışmasına yardım eden Stephan'a söylediği şu cümleyi hiç unutmadım ve arada başvururum yazıp çizdiklerimde. Demişti ki Stephanie; "Rastlantısallığı elde etmek zordur; eğer dikkat etmezsen düzen yeniden gelir"

Kaos ve düzen kavramlarının; gerçek ve rüya olgularının geçişkenlik mantığını cidden son derece usta görsel metaforlarla aktarmayı başarmış Michel Gondry.

Çocukluk ve yetişkinlik ayrımını yitirmek ne kadar da insancıl! Ellerinize sağlık.

alter ego dedi ki...

İzlediğinize ve beğendiğinize sevindim.
Bahsettiğiniz sahne benim de çok ilgimi çekti. Çocuklukta yaşadığım bir şey aklıma geldi o sahnede. Bahsi geçmişken paylaşayım;
Kuzenim uzak bir yerden bize ziyarete gelmişti. Gelirken de hediye olarak tavana yapıştırılan fosforlu bir şey getirmişti. Paketin içinden büyüklü küçüklü yıldızlar ve bir tane de ay dede çıkmıştı. Bunlar tavana yapıştırılıyordu ve gece yatarken ışığı söndürdüğümüzde birkaç saat parlıyorlardı. Biraz da gece lambası görevi görüyor, izlerken uykuya dalıyor insanlar. Ben bunları yapıştırmaya başladım. Daha sonra kuzenim ‘ne yaptın sen böyle’ dedi. Ne olduğunu anlayamadım tavanın köşesine yapıştırmıştım işte. ‘Hepsini nizami dizmişsin abicim olmaz bu böyle’ dedi. ‘Gökyüzünde yıldızlar böyle mi görünüyor’ dedi. Daha sonra kendisi düzeltti.
Rasgeleliğin önemini ilk kez o zaman anlamıştım.
Çocukluk yetişkinlik ayrımını yitirmek iyi aslında. İnsanlar arada sırada bir zamanlar çocuk olduklarını düşünmeli, bunun farkına varmalı.
Teşekkür ederim yorum için.

negatif dedi ki...

ben de vaatlerimin peşinden koşuyorum. izlenecek ne varsa izleyeceğim. kendimi kandırmış olmayacağım böylece.

:)

alter ego dedi ki...

geçen gün konuşmamızda ne filmler çıktı öyle ya. aslında ne kadar çokmuş bu "defalarca izlenesi filmler". ben de yeni filmlerden çok onlara yöneliyorum artık.

vaatlerinin peşinden koş tabi. tüm dünyayı izleyelim :)