14 Temmuz 2012 Cumartesi

iki kere geçmiş ola

I.
Taşları eriterek önümüze döşüyor, yürüyüp gidiyoruz
-“Son oyalanmasını göstermeyi kim keşfetmiş ilkin?”
-“Çok köke inen bir soru bu, binayı çökertir, kovun bunu…”
Demek ki ben, sesimi asıp can çekiştirmeye yazgılıyım.

Çünkü başıyla oynanmış bazımızın, eti yavaş yavaş kelle olmuş
Büyüdüğü doğru ağaçların ama doğru değil çocukların
Büyümek istedikleri...

Susacak ne çok şey var…

II.
Kendime taziyem odur ki görüşeceğiz sanırım
Kendime vasiyetim o ki gelme benimle
Kendime salık veririm uzak durma benden
Kendime daha ne deyim ne gelir elden
Kendime aldım bunu kalacak sana
Kendime ayırdım desem de artmadı bana
Kendime geldim diyemem misafirinim ey dizlerim
Kendime konuşasım var sana ne diyeyim

Kendime baktım da şöyle bir babamım
Kendime baktım da şöyle bir babayım.

Susacak ne çok şey var
Gemiler ayrılacaklarını bilmiyor kıyıdan
Susacak ne çok şey var
Kıyı duruyor hep ayrılıyor gemiler.

Gemiler denizin üstünde
Etin üstünde jilet gibi.
                                     Celal Fedai


**************************************************

Celal Fedai (1972): Yukarıda, bu zamanın toz dumanı içinde, pazarında borsasında adı kolay kolay duyulmayacak bir şairin şiiri duruyor. O bir “ruh bekçisi”, benim  gibilerin gözünde. Yaşayanların üzerinde kâbus gibi çöken ölü geçmişin çileci sesiyle sesleniyor bize. Unuttuğumuz bir insanoluş halini dillendiriyor sahih bir çırpınışla. Geçmişin ukdesiyle sesleniyor de diyebiliriz bu üsluba. Geçmişi bugünde buluyor çünkü.

Geçmişi bilmemek, lağım çukurlarının açık olduğu yerde gözü bağlı dolaşmak gibi. Miladı kendinden başlatmaya hevesli insanlar arasında yaşarken duyduğumuz o ürpertici çiğlik gibi. Bunlar arasında yüzü eskiye dönük bir tutucu olarak anılmak da var. Anlaşılmadan yaşamak seçilmiş bir kader olacaktır kimileri için. Bazıları anlaşılmayı değil, “ruh bekçisi” olmayı yaşamlarının erdemi sayarlar. Bu tutumun şiirdeki mükemmel karşılığı Yunus Emre ve Fuzuli’dir. Kendinde bir küçüklük gördüğü anda, “Sen derviş olamazsın” diye nefsiyle dövüşen Yunus Emre. Acıyı süs olarak değil, Kerbela’da Hüseyin’in trajik anısı başında bekçi olmayı seçerek yaşayan Fuzuli. Çağımızda bu karakterler yaşamaz diyen varsa, “inancının çılgını” Sezai Karakoç’u hatırlasın.

Bir de bu cesur tutumun “janjanlı” taklitçileri, “gibi yapanlar”ı vardır. Hangi tarafa dönerse öbürüne sağır diye bir zamanlar dogmatikleri eleştirenler, şimdi ne yana dönerse dönsün her durumda haklı olduğunu hiç bir suçluluk duymadan savunabiliyorlar. Keskin dönüşlerinin çilesini çekmiyorlar asla, hatta onu da size çektiriyorlar. Bu tipler, o büyük erdemli tutumun yalnızca şarlatanıdırlar, İsmet Özel gibi. Bir zamanlar çok sevdikleri deyimle, “fikri namus”larını çoktan yitirmişler, artık tribünlerin heyecanında ne pay kapacaklarına bakarak yaşayan fırsatçı çakal amigolardan olmuşlardır. Kendisi gibi düşünmeyeni ahmak sanacak kadar ahmaktır bunlar. Narsist kafalarının sudaki yansısını özgün düşünce sanırlar.

İnsan da ruh da hiç bir zaman mutlak olmadı, çünkü hiç bir zamanda aynı su, aynı ırmak olmadı. Az sonra değişip dönüşecektir koşullara göre, verili engelleri savaşıp aşarken değişecektir hem de. Vadinin her yeri aynı olmayacak, kuşkusuz. Ama bu değişim sırasında “mevsimlerin ettikleri”ni, kendi bedenlerine renk kılanların bukalemunluğu karşısında tiksintimizi saklamak çok zordur. Bu tiksintiyi bize haklı gösterecek karşıt bir örneğe, “ruh bekçileri”ne gereksinim duyarız o yüzden. İnsanın acı dolu, çile dolu geçmişine duyduğumuz saygının kaybolmaması, harcanmaması, unutulmaması isteğimizdir bu. Mitolojinin Sysphos’u, dinin İsa’sı, Cervantes’in Don Kişot’u, Dostoyevski’nin Budala’sı, insanın erdemini yitirdiği çağların ruh bekçileri olarak yaratılmadılar mı? Kiminin çilesi zamanın ruhuna göre komikti, kimininki de trajik. Bunlarsız yaşayabilecek bir insanlık düşünebilen var mıdır acaba; bunlara gereksinim duymadığımız zamanlar gelse bile bir öğreti olarak eylemleri kalmayacak mı? Lokman Hekim’in aradığı ilacın ne olduğunu Şahmaran da biliyordu, arayışçı çileciler de; arzu ile çilenin bileşiminden doğmuş bir ilaçtan söz ediyoruz, şiir varken ortada, gereksiz bir biçimde.
                                                                   Mahmut Temizyürek

1 yorum:

Adsız dedi ki...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.