Not: Bu yazı nomen'in yazdığı
"MELAL'İN MEALİ" yazısına yorum yazarken gelişti.
Nasılsın sorularına verdiğim cevap çoğu kez; “aynı işte” şeklindedir. Çünkü benim en çok hissettiğim durumdur “hiçbir şeyin değişmiyor oluşu.” Olması gereken diğer iki cevap, yani “iyiyim” veya “kötüyüm” diyemem çoğu kez. Çünkü iyi veya kötü olmam için birçok sebep gerek. Fazlasıyla görecelidir bu durum. Ben bunların arasında bir taraf olmaksızın kaçamak bir cevap seçtim kendime. İnsanlar olağan durumlarında “iyiyim” tarafındadır çoğu kez. Kendisi için olağandışı bir durumda ise “kötüyüm”ü kullanırlar. Bu ve bunun gibi soruların cevapları otomatiğe bağlanmıştır zira.
Bu tür sorular da cevapları da alışılagelmiş şekilde sorulur ve cevaplanırken, aslında anlam derinliklerine bakıldığında böylesi bir üstünkörülüğe tezat oluşturur. Nasılsın? ne büyük bir soru aslında. Elinize bir kalem alın ve ona sorun bakalım bu soruyu. Onun bile nasıl olduğu hakkında denebilecek o kadar çok şey vardır ki.
Birbirimizin gerçekten Nasıl olduğuyla hiç ilgili değilizdir. Sadece sormak için sorulan bir soru ve cevap vermiş olmak için verilen bir cevaptan ibaret bu. Fakat bu sorunun, bizim gündelik laf kalabalığımızdan öte anlam bulabilecek muhatapları olduğunu da biliriz. Halini hatırını sormamız gereken, dünyanın öbür ucunda yaşam mücadelesi veren insanlardan bahsediyorum. Onların oradaki hayatlarından haberdar olduğumuz müddetçe biz alsa tam olarak “iyi” veya “kötü” olamayız. Olanlarımız da yalancıdırlar ve bunu bildiği halde görmezden geliyordurlar. Ve onlardır işte bu Nasılsın? sorusunu bu kadar anlamsız kılan.
Dünyanın bir tarafında zayıflamak için uğraşan insanlar, diğer bir tarafında karnını doyurmak için uğraşan insanlar yaşarken, biz gerçekte asla bir “insan” değilizdir. İnsan dediğimiz şeyi “bilinç” var ediyorsa eğer, bu adaletsizliğin “bilincinde” olup da nasıl görmezden gelebiliriz? Televizyon karşısında, sabah bir diyetisyenin söylediklerini not alırken, akşam haberlerinde ise Somali’de açlıkla mücadele edenleri izleyebilirken, kim bu durumu değerlendiriyor? Televizyonmuş, gazeteymiş, internetmiş her ne ise, bunlar da tıpkı birbirimize sorduğumuz “Nasılsın?” sorusu gibi bir üstünkörülükle lanse ederler bu tür haberleri. Zayıflamaya çalışan şişmanlara diyet reçetesi sunarken, açlıktan ölen insanların haberi de onlara sadece anlık bir “vicdan” kıpırdanması olsun diye sunmakla yetinirler. Çünkü şişman insanlar bu tür haberleri de istedikleri için bunlar yayınlanır. Kendi “iyi” durumunun farkında olup, buna mutlu olsun diye. Haberler de bir tür tüketim objesi gibidir yani. Tüm bu haber kaynaklarının da bir süper marketten farkı yoktur. Orada nasıl ki bir reçel ile bir acı sos yan yana duruyorsa burada da öyledir. Bu haberlerin nasıl yan yana gelebildiklerini kimse sorgulamaz. Bu sorunun cevabı çok ağırdır. Bu vebal gerektiren, insana melal veren bir cevaptır. Bu her şeyden önce bir gerçektir. Ve insanlar gerçekleri hiç sevmezler.
nomen’in de bahsettiği gibi rakamlarla, o iğrenç istatistik değerlerle konuşmak gerekirse; dünya nufusunun %20’si, dünya kaynaklarının %80’ini tüketiyor. Tersinden söylersek; dünya nufusunun %80’i, dünya kaynaklarının %20’sine talim ederek yaşıyor. Bunlardan hangisi daha çarpıcı geliyorsa ondan alın. Tüketiminize amade bir blog yazarıyım ben de neticede.
Yazıyı fazla uzatınca insanlar okumaz bunu da bildiğim için daha çok söylenecek şey olduğu halde tüketim, dahası vakit = nakit olduğu için vaktinizi almamak daha makul geliyor. Söylemekle zaten hiçbir şey değişmiyor. Sadece eğer kendimize “insan” diyorsak melalimizi bilmemiz gerektiğine inanıyorum. Melalimiz diyorum çünkü bu bireysel değil hepimizin gerçeği. Melalimize dürbünle bakmayalım. Melali anlamayan nesle aşina değiliz!